Ana içeriğe atla

Yarım Kalmış Umutlar

Eşimle birlikte önünden geçtiğimiz büyük bir alışveriş merkezinin vitrinindeki “Boşaltıyoruz" yazısını görünce, eşimi unuttum kendimi merkezin spor eşyalar bölümüne atıverdim birden. Eşim arkamdan her zamanki "huysuz koca" tavrıyla seslendi: "Hiçbir şeye gereksinimimiz yok ki" dedi. "Hepsi pahalı, ıvır zıvır eşyalar. Zaten iyi birşey olsalardı, koskoca merkezi kapatmak zorunda kalmazlardı."


İçeri girerken onu yanıtsız bırakmadım: "Ama, spor mağazası bu" dedim. "Torunlar için belki birşeyler bulabiliriz." Birden, onun yıllardır banyoda asılı tuttuğu ve üzerine "Rûyalarımın Teknesi" yazdığı teknenin fotografı geldi aklıma. "Sen de gelseydin iyi olurdu" dedim. "Kimbilir belki de, o ünlü 'Rûyalarının teknesi'ni bile görebilirsin içeride..."

Gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı: "Delirdin mi sen?" dedi. "Benim istediğim teknenin türü, Supremo Numero Uno'dur. 6,000 dolar biriktirmeyi başardığım gün gidip, o bebeği üretici firmasından satın alacağım. Hem benim 'Rûyalarımın Teknesi'nin yeri, iflas etmekte olan böyle bir mağazada değildir... Onun yeri çok daha büyük ve zengin mağazalardır..."

Yalnızca içimden değil, ona duyurarak da söylendim: "Yaşamımda senin kadar huysuz adam görmedim!" dedim. "Kalabalık yerlerden hoşlanmazmış... Git o halde kahveye, orada bekle beni... Ben şöyle bir göz atıp, birşey almadan gelirim. Yarım saat sonra dönerim."

Eşim de bana bakarak homurdandı: "Yapamayacağın şeyleri yapacağım deme, yaşlı kız" dedi. Sonra da gülerek sürdürdü homurdanmasını: "Gözlerimle görmeden inanmam birşey satın almadan çıkacağına... Her zaman yaptığın gibi, yine gereksiz bir sürü ııvır zıvır satın alıp, gelirsin..."

Eşimin bu sözleri beni iyice sinirlendirdi. Ben ki her zaman, bilinçli bir tüketici olmakla övünürüm ve çok çok iyi de pazarlık yaparım... Üstelik, eşimin de, benim de emeklilik maaşımızı, çok kişinin altından kalkamayacağı bir ustalıkla idare ederim. Kendi kendime söz verdim: "Gösteririm ben ona" dedim içimden. "Bir çöp bile alma yayım da, görsün kendimi ne denli frenleyebileceğimi..."

Böyle söylene söylene alışveriş merkezine girdim. Koridorlar boyunca hokey ve golf sopaları, basket topları, egzersiz malzemeleri, oltalar, çocuk oyuncakları sıralanmıştı. Hemen her adımda karşımda şu duyurular göze çarpıyordu:
"Kapanış nedeniyle olağanüstü ucuzluk...”, “%80'e varan indirim”, “İade kabul edilmez."
Bir aşağı, bir yukarı yürüyerek, gerçekten komik rakamlara düşürülmüş fiyatları büyük bir keyifle seyre başladım.

Birden, koridorun sonunda bir yerde, eşimin "Rûyalarımın Teknesi" dediği tekneyi gördüm karşımda. Orada, çok özel bir köşede, gümüş rengiyle, cankurtaran yelekleriyle ve tüm balıkçı araç gereçleriyle, sanki canlı canlı duruyordu karşımda. Yıllardır banyomuzda duran fotografı nedeniyle onu, en ince ayrıntısına dek tanıyordum. Soluğum kesilir gibi oldu, gözlerimi kırpıştırdım birkaç kez.

Evet, evet... Düş görüyor değildim. Karşımdaki tekne bir serap değildi. Hâlâ oradaydı. Herşeyiyle, tam bir Supremo Numero - Uno. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Kalabalığı yararak, koşarcasına gittim teknenin yanına.

Tekneyi görünce şaşırdığım yetmemiş gibi şimdi de, üzerindeki fiyat şaşırttı beni: Söylesem inanabilir misiniz? Yalnızca 750 dolar yazılıydı fiyat etiketinin üzerinde. Etiketteki asıl fiyat olan 6,750 doların üstüne, kırmızı kalemle bir çapraz işareti konulmuş, altına da, teknenin indirimli fiyatı olan 750 dolar yazılmıştı. Gözlerime inanamadım. 6,000 dolarlık bir indirim nasıl yapılabilirdi? Kesinlikle bir yanlışlık olmalıydı. Durumu açıklaması için mağazanın bir yetkilisiyle konuşmak istedim.

Yakasında "Merhaba. Ben Matthew" yazan bir delikanlı görünce, hemen kolundan yakaladım onu. "Gel bakalım, Matthew" dedim. "Bana şu Supremo Uno teknesinden söz et biraz... Neden 750 dolara satıyorsunuz bunu? Bir yerinde bozukluğu, kırığı döküğü mü var yoksa?"

Matthew şiddetle karşı koydu: "Ne denli büyük indirim yapılmış olursa olsun, hiçbir malımızda bozukluk yoktur" dedi. "İşi bırakıyoruz, mağazayı kapatıyoruz, hepsi bu... Malları bir an önce elden çıkarmaya bakıyoruz..." 6000 dolarlık indirim, onu da biraz şaşırtmıştı. "İsterseniz bir gidip, denetleyeyim" dedi. "Bu denli çok indirim benim de dikkatimi çekti."

Matthews birkaç dakika içinde döndü ve ellerini ovuşturarak özür diledi: "Çok çok üzgünüm, hanımefendi" dedi. "Bir arkadaşımızın etiketi yazarken yanlışlık yaptığı ortada... İndirimli satış fiyatının 4,750 dolar olması gerekiyor." Sonra içtenlikle sürdürdü açıklamasını: "Babam, bu fiyatın yine de çok çok düşük olduğunu söyledi" dedi. "Bu teknenin piyasa değerinin 8,000 doların üzerinde olduğunu bildirdi."

Kısa bir süre içinde sevinç, şaşkınlık ve düş kırıklığı duygularını yaşamanın heyecanıyla gözlerim yaşardı. "Böylesi güzel birşey, elbette gerçek olamazdı zaten" dedim. "Bu tekne, yıllardır eşimin düşlerini süslüyordu. Üzerindeki 750 dolarlık etiketi görünce, bu tekne, kısa bir süre için de olsa, sanırım benim de düşlerime girdi. Cuma günü eşimin doğum günüdür... 62'sini dolduruyor. Sağlık sorunları yüzünden biraz erken emekli olmuştu. Emekli maaşıyla geçinmenin kolay olmadığını bilmesine karşın, o inatçı keçi, her hafta 10 dolar biriktiriyor. Neymiş, günün birinde mutlaka kavuşacakmış teknesine... Buna yani...
Supremo-Uno'suna... Yaşlı bir adamın çılgın düşü işte. Emeklilik günlerini böyle bir teknede balık tutarak geçirmeyi düşler, durur."

Birden durdum. Ben ne yapıyordum böyle? Yirmisine bile gelmemiş bir delikanlıya, eşimle ilgili neler anlatıyordum böyle? Delikanlıdan özür diledim ve tam dışarı çıkmak üzereyken baktım, soluk soluğa arkamdan koşuyor:
"750 dolarınızdan başka, nakliye için 25 dolarınız daha var mı, hanımefendi?" dedi. Önce şaşırdım sonra kekeleyerek yanıtladım: "Evet, evet var" diyebildim.

"Bankadaki paramın tümü bu kadar zaten..."

Matthews, bir kez daha şaşırmama, hatta olduğum yerde donup kalmama neden oldu:
"O halde, cuma sabahı saat 10'da, tekneyi adresinize teslim edilmek için yola çıkardığımızda, siz de eşinizi evinizin ön verandasına çıkarın. Yaşgünü için üzerine kurdele de takarız."

Kendimi tutamadım, hıçkırarak ağlamaya başladım. Titremesini bir türlü engelleyemediğim yaşlı elimle çeki yazarken baktım, Matthew da ağlamak üzereydi. Kendini güçlükle tutuyordu.

"Ben de size ailemizle ilgili bir sır vereyim, hanımefendi" dedi. "Bu alışveriş merkezi dedemindi. Otuz yılı aşkın bir süredir burayı o işletiyordu. Yaşamda tüm istediği, bir gün bu işi bırakmak ve tüm zamanını, teknesiyle denize çıkıp, keyifle balık tutarak geçirmekti. Bu tekneyi geçen yıl kendisi için sipariş etmişti ama kullanacak zamanı olmadı."

Matthews kendini daha fazla tutamadı, ağlamaya başladı: "Dedem, geçen hafta, aniden öldü" dedi. "Yaşlı da sayılmazdı. 68 yaşındaydı. Babam da, ben de, eşinizin bu tekneyi almasını ve onla denize çıkıp, balık tutmasını çok istiyoruz. Çünkü babam da, ben de, eşinizin bu teknede sahip olacağı mutluluğun, dedemin ruhuna huzur vereceğine inanıyoruz."

Çantamdaki kağıt mendil paketinden bir mendil çıkardım, Matthews'a uzattım. İkimiz de, anlatılması olanaksız bir duygu selinde kaybolmuş gibiydik. İkimiz de, burunlarımızı çeke çeke ağlıyorduk.

"Babam ve ben, sizden bir konuda bize söz vermenizi istiyoruz" dedi Matthews. "Eşinizin bu teknede, olabildiğince uzun bir yaşam süreceğine dair söz istiyoruz izden..."

Matthews'u kucakladım, yaşlı kollarımın tüm gücüyle onu göğsüme bastırdım. "Söz, Matthews" dedim. "Kendi adıma da, eşim adına da, söz veriyorum, sana da, babana da ve hatta dedene de..."

Lorraine M. Gregoire

Yorumlar

Son Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz

  Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Moliere

Kahve Patates ve Yumurta

Bir zamanlar, her seyden sürekli sikayet eden; her gün hayatinin ne kadar berbat oldugundan yakinan bir kiz vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savasmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çikiyordu karsisina. Genç kizin bu yakinmalari karsisinda, meslegi asçilik olan babasi ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfaga götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayinca, bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve ekirdeklerini koydu. Daha sonra kizina tek kelime etmeden, beklemeye basladi. Kizi da Hiçbir sey anlamadigi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsilasacagi seyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabirsizdi ki, sizlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya basladi. Babasi onun bu israrli sorularina cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altindaki atesi kapatti. Birinci cezveden patatesi çikardi ve bir tabaga koy

Palyaçonun Hikayesi

Birgün bir adam doktora gitmiş ve ona çok mutsuz olduğunu ve bu durumdan kurtulmak istediğini söylemiş. Doktor da adama yolun sonunda birsirk olduğunu, oradaki paylaçonun hergün herkesi gülüp eğlendirdiğini söylemiş ve adama sirke gitmesini tavsiye etmiş.  Fakat adam doktora : "Doktor bey, işte o palyaço benim." demiş.

İhtiyar Adam ve Atı

Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. 'Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın' demişler. İhtiyar 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. 'Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.' Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer

İki Dörtlük

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar. Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti.

Avucunuzdaki Kelebek

Ahmet Serif Izgoren'in, "Avucunuzdaki Kelebek" isimli kitabindan; Vehbi Koç, oglu Rahmi Koç'a iki mektup verir; 'birini ben olunce aç, ikincisini de beni defnettikten sonra açarsin' der. Vefat ettiginde Rahmi Bey ilk mektubu açar. Mektupta, 'Oglum, senden tek bir istegim var; beni çoraplarimla gomsunler'.

İtfaiyeci Bob

Yirmi altı yaşındaki anne lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Oysa bu artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa o hala oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. Oğlunun eline tuttu ve “Bopsy, büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğini ve hayal ettiğin oldu mu?” diye sordu. “Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak isterim”. Anne gülümsedi ve “dilediğini gerçekleştirebilecek miyiz bir bakalım” dedi. Daha sonra anne Arizona’daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Arizona şehri kadar büyük itfaiyeci Bob ile tanıştı. Ona oğlunun son isteğinden söz etti ve altı yaşındaki oğlunun itfaiye arabasına binip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. İtfaiyeci Bob ona şöyle bir yanıt verdi. “Bundan da

Ressam

Köyde yaşayan yaşlı bir ressam vardı. Olağanüstü güzel resimler yapıp iyi fiyata satardı. Bir gün köyden bir fakir gelip dedi ki : -Yahu senin durumun iyi.  Neden kimseye yardım yapmıyorsun.  Bak fırıncı fakirlere ara ara bedava ekmek veriyor. Kasap bazen bedava et veriyor. Sen neden hiç yardım etmiyorsun? Ressam tebessüm etti ama bir şey demedi. Bu fakir bütün köyde sabah akşam ressamın aleyhinde konuşuyor ve ressamı kötülüyordu.

Üç Soru

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."  Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.  Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında yapılabilir".  Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları iz

Seçim Sizin

Yaşlı adam eşi ölünce oğlunun evine sığınmıştı. Oğul’ da, gelin’ de babayı mutlulukla karşılamıştı. Baba yaşamının sonbaharında kendisine sahip çıkılmasına sevinmiş, her gece Tanrıya verdiği bu mutluluk için dua etmişti. Bir süre sonra evin bir köşesinde kendisini sığıntı gibi hisseden, artık hiçbir ekonomik katkısı olmayan baba, gittikçe içine kapanıyordu. Bir süre sonra odasının kapısını açamaz, tuvalet dışında da odasından çıkmaz olmuştu. İştahı kesilmişti. Kendi içinde kapandıkça sağlığını da kaybeden babada unutkanlık, el koordinasyonunda bozukluk başladı. Yemek yerken üzerine dökmeye, üzüldükçe daha da kötü duruma düşmeye, yardımsız hiçbir şey yapamamaya başladı. Ama aklı ve kanayan kalbi yerli yerindeydi. Çocukların, evin derdine ek olarak çıkan kayınpeder belasına artık içerleyen gelin gittikçe daha tahammülsüzleşti. Önce suratını astı. Sonra tavır koymaya başladı. Bir gün dikildi eşinin karşısına; “ Artık bir çare düşünmeliyiz, bu böyle devam etmez” dedi. Evlat ise çok üzülüyo