Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aynalar Diyarı

Aynalar diyarında ıssızlar sarayında varmış güzel bir prenses. Heybetli mi heybetli bir kralla biraz zavallı olan kraliçenin güzel kızlarıymış. Güzel dememize bakmayın varmış kusurları işte bundandır ki küsmüş aynalara. Aynalarsa onla dost olmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Bazen bir hizmetçinin elinde ona gözükmeye bazen de babasının elinde onla konuşmaya çalışıyorlarmış. Ama nafile işte, prensesimiz bir kere küsmüş bu dost aynalara. Ona dost ne demek; düşmanlarmış. Çünkü onun kusurlarını direkt yüzüne gösteriyorlarmış, büyük bir cüretle. Annesi de kaçırırmış aynalardan onu; zavallığından dolayı kusursuz yetiştiremediği prensesini. Babaya ne demeli; kızı güçlü olsun diye sürekli aynaları kızının dibine koyarak işte sen böyle kusurlu bir insansın dermiş sürekli. Prensesimiz kusursuz olması gerekirken, aynalarla kusurları arasında kalakalmış koskocaman sarayın içersinde. Çok mutsuzmuş. Ama çok. Acı da çekiyormuş. Acıları kusurlarını,kusurları acılarını büyütürken, o

Püf Noktası

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: - Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta, - Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve, - Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığınd

Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - 'Tadı nasıl?' diye soran yaşlı adama öfkeyle: - 'Acı' diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - 'Tadı nasıl?' 'Ferahlatıcı' diye cevap verdi genç çırak. - 'Tuzun tadını aldın mı?' diye sordu yaşlı adam, 'Hayır' diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - 'Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne a

Sigara

Hafif sisli bir havada ve güneşin apartmanların arasından yeni yeni güne merhaba dediği bir saatte, vapura doğru ilerleyen genç adam; jeton gişesinde, yaklaşık iki ay önce ayrıldığı kız arkadaşını görür ve titrek bir ”merhaba” ile konuşmaya başlar. Bu konuşmalar vapurda da devam eder. Adamın; “Hava o kadar da soğuk değil, dışarıda oturalım mı?” sorusuna, kızın “Olur” cevabı vermesiyle birlikte vapurun en üst katına doğru yol alırlar. Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kıza bir sigara uzatır ve kendisine de bir tane alır. Daha sonra, genç adam birden lafa girer: - Biliyorum, bu konuları daha önce hiç konuşmadık ya da konuşamadık diyeyim. Merak etme ama, “Neden ayrıldık biz” sorusunu sormayacağım. Sadece sana söylemek istediğim birkaç şey var, onları konuşmak istiyorum. Genç kız; adama bakarak, “Evet seni dinliyorum, devam et” dedikten sonra adam, konuşmasına kaldığı yerden devam eder: - Biliyor musun? Ayrıldıktan sonra, seni sigaraya benzetmeye başladım. Kız

Dua eden eller

Albrecht Durer 1471-1528 yılları arasında yaşamış bir ressam. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan biri. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü bir ilgileri ve yetenekleri var. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar. Aile ise bu durum karşısında çaresiz. Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kur'a çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar alıyorlar. Albert ve Albrecht arasındaki bu kur'ada okula giden dönüşte diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı. Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Eve büyük bir gururla döner. Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir.

İki Dörtlük

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar. Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti.

Motorsiklet Kazası

Bir kız ve bir delikanlı,bir motorsikletin üzerinde (180 km )hızla gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor; Kız : Lütfen yavaşla,ben korkuyorum Delikanlı : Hayır,bak ne kadar eğlenceli Kız : Lütfen,lütfen,çok korkuyorum Delikanlı : Peki,beni sevdiğini söyle Kız : Seni çok seviyorum,lütfen yavaşla Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl Kız delikanlıya sıkıca sarılır Delikanlı : Şapkamı alıp,kendine takar mısın? Başımı çok sıktı. Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı: Motorsiklet kazası; Motorsiklet, fren arızası nedeniyle, bir binaya çarptı. Üzerindeki 2 kişiden sadece biri kurtuldu. Gerçek ise şöyleydi; Yolun yarısında, delikanlı frenlerin bozulduğunu anlamış ama bunu kıza belli etmek istememişti. Bunun yerine, kızdan kendisini sevdiğini söylemesini istemiş ve kendisine son defa sarılmasını istemişti. Sonra da kendi ölümü pahasına, kızın başlığı takmasını ve hayatta kalmasını sağlamıştı.

Borç ve Çek

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli... Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu. İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin

Yardım

Sundar Singh, bir gün arkadaşıyla beraber birlikte Himayalar yükseklerinde bir geçitten geçiyormuş. Yüksekçe bir yerde karlar üzerinde yatan bir adam görmüşler. Singh durup bu perişan durumdaki insana yardım etmek istemiş, fakat arkadaşı itiraz ederek , “Ona yardım edersek kendi hayatımızı riske atarız,” demiş. Ancak Sundar Singh ‘in bu çaresiz adamı kar ve buzlar içerisinde bırakıp gitmeye gönlü razı olmamış. Arkadaşı tek başına uzaklaşıp giderken Singh, bu biçare yolcuyu sırtına almış ve büyük bir güç sarf ederek taşımaya başlamış. Sonra Singh’den yükselen ısı, donmakta olan yolcunun bedenini ısıtmış ve adam kendine gelmiş. Tabii yolcuyu taşırken Singh’in kendisi de ısınmış. İkisi de tehlikeyi atlatıp ısındıktan sonra yan yana yürümeye başlamışlar. Singh’in önden yürüyüp giden arkadaşına yetiştiklerinde onun ölmüş olduğunu görmüşler. Singh “olumlu” düşünerek ve düşüncesini uygulayarak yolcuyu kurtarmaya çalışırken hem onun hayatını hem de kendi hayatını kurtarmış olmuş. Ayşe Nur Yazı

Tenis Oyuncusu

Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den olmekteydi. Dunyanin her kosesindeki hayranlarindan mektuplar yagmaktaydi. Bunlardan bir tanesi soyle soruyordu: "Neden Tanri boylesine kotu bir hastalik icin seni secti?" Arthur Ashe buna su cevabı verdi: Tum dunyada¦ 50 milyon cocuk tenis oynamaya baslar, 5 milyon tenis oynamayi ogrenir, 500,000 profesyonel tenisi ogrenir, 50,000 yarismalara girer, 5,000 buyuk turnuvalara erisir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yari finale, 2'si finale kalir. Elimde Sampiyonluk kupasını tutarken Tanri ' ya "Neden ben?" diye hic sormadim. Ve bugun sanci cekerken, Tanri ' ya "Niye ben?" mi demeliyim?

Çamaşır

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına "Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor." demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş. Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış "Bak" demiş kocasına "Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?'" "Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim" diye cevap vermiş kocası. Hayatta da böyle değil midir ? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya başlamadan önce zihin durumumuza bakmak ve "iyi" olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güze

Vampir Kedinin Ruhu

Batı Virginia Dağları tekin değildir. Ölmüş madenci ruhlarının dolaştığı söylenir. Kızılderili inanışına göre de iyi ve kötü sayılan ruhlar bu dağlarda yaşar. Bir çok kızılderilinin yaşadığı bölgede biri vardır ki onun Vampir Kedinin ruhunu gördüğü iddia edilir. Jinx Johnston isimli bu kızılderili öyle kötü ruhlardan pek kolay ürkecek biri değildir, ama konu Vampir Kediden açılırsa Jinx Johnstonın terlediği ve titrediği rahatlıkla görülebilir. Bugün oldukça yaşlanmış olan Jinx Johnston hikayeyi bir kez anlatmıştır ve sonra da susmayı tercih etmiştir. Kızılderili geleneğine göre kadınların ava gitmesi yasaktır. Ama kabilede bir kadın ava gitmek için ayak diremiş ve bu isteği erkeklerden asla kabul görmemiştir. Hırslı kadın isteğinden vazgeçmeyip kedilerin kürkünden yapılan bir giysiyle kendini saklamış ve avlanan erkekleri gizlice seyretmiştir. Farkedilip yalandığında ise cezası ağır olmuş ve kabileden atılmıştır. Kadın kabileden atılmış olsa da daima kabilenin yakınlarında yaşamıştır.

Gürültü

Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk birkaç haftasını huzur içinde geçirir; ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün dersten çıkan öğrenciler, yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak geçer giderler. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam buna bir son vermeye karar verir. Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapının önüne çıkar onları durdurur ve, "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar vereceğim" der. Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve şöyle der: "Çocuklar, enflasyon beni de etkilemeye başladı. Bundan böyle size sadece g

Susmak

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir oda

Küçük Balık

Küçük balik yiyecek bir sey sanip hizla atildi çapariye. Önce müthis bir aci duydu dudaginda. Gümbür gümbür oldu yüregi, sonra hizla çekildi yukariya. Aslinda hep merak etmisti, denizlerin üstünü. Neye benzerdi acaba gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. "Dudagi yaniklar" denir, sanslidir onlar. Hani görüp de gökyüzünü, insani, oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balikçinin parmaklari hoyratça kavradi onu. Küçük balik anladi yolun sonunun geldigini. Koca denizlere sigmazdi, oysa simdi yüzerken küçücük yesil legende cansiz uzanivermis dostlarina degiyordu minik yüregi. insanlar gelip geçtiler önünden. Bir kedi yalanarak bakti gözünün içine. Yavasça karardi dünya, basi da dönüyordu. Son bir kez düsündü derin maviyi, beyaz mercani, bir de yesil yosunu. Iste tam o sirada egilip aldim onu, yürüdüm deniz kenarina. Bir öpücük kondurdum basina. Sade bir törenle saldim denizin sularina. Bir an öylece bakakaldi, sonra sevinçle dibe daldi gitti, tüm kederimi sökü

Işığı yanan ev

Misafir olduğum ev tren istasyonunun hemen yanındaydı. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: “Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim. Hacıanne:”Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra gelecek, onu bekliyoruz” dedi. Merak ettim, tekrar sordum:”Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?” Hacıanne: “Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Geldiğinde, “ışığı yanan bir ev“ bulsun diye bekliyoruz.”

Erik Ağacı

Adam, pencereden dışarı baktığında, bahçelerindeki erik ağacının üstünde küçük bir çocuk gördü. Meyveler henüz bir leblebi kadardı ama, hiç bir çocuk buna aldırmıyordu. Bu yüzden de bir takım önlemler düşünmüş, bahçesiyle yolu ayıran taş duvar üstüne, dikenli tel çekmişti. Dış kapı üstüne de, büyük büyük harflerle: "Dikkat köpek var!." diye yazdırmıştı. Adam bunlara rağmen, haylazlara engel olamıyordu. Bu çocuk da nasıl yapmışsa yapmış, bu tellere rağmen ağaca tırmanmıştı. Üstelik de son derece rahat görünüyordu. Adam, önce camdan seslenmeyi düşündü. Fakat hemen vazgeçti. Çünkü çocuk, gözlerini ağaca dikmiş, âdeta dünyayla ilgisini kesmişti. Adam, bundan yararlanıp dışarı çıktı ve sessiz adımlarla ağaca yanaşarak: — İn bakalım aşağıya!. diye gürledi. İn de kulaklarını dibinden keseyim!. Çocuk, ancak yedi sekiz yaşlarındaydı. Bu yüzden de korkmuştu. Hem de çok fazlasıyla. — U...U!.. deyip bir şeyler geveledi, başını titreterek: Adam, biraz daha sinirlenmişti. Artistliğe hiç mi

Hediye

Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı. Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip: "- Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı. Fakat kutunun içi boştu. Kızına gene çıkıştı: "- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?" Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı. "- O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!" Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, kızına sarıldı. Beraberce ağladılar. Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı.

Mor Menekşeler

Kendini bildi bileli mor menekseyi cok severdi. Cocuklugunun gectigi iki katli evin bahcesinde bahar geldiginde mor mor acar, mis gibi kokarlardi. Annesi mor menekseleri hep duvar kenarina dikerdi. Golgeyi sever menekseler derdi. Oysa; ogretmeni bitkilerin gunes isinlari ile fotosentez yapisini anlatmisti onlara. Bitkiler gunes isigina muhtacti. Mor menekseler ne tuhaf bitkilerdi. "Her bitki gunesi severken, onlar neden golgeyi tercih ediyorlar?" diye dusundu, durdu Hande. Kucuk, ufacik akli ile aslinda menekselerin diger ciceklerden farkli oldugunu kesfetmisti, iste belki de menekseler buyuzden bu kadar guzeldi. Kucucuk kafasi o gun herkesden farkli olursan, bu hayatta degerli olursun yargisina varmisti. Daha o yillarda farkli olmak icin ugras vermeye basladi. ilk, kimsenin yanina oturmak istemedigi, "Hacer'in yanina oturmak istiyorum ogretmenim." diyerek basladi farkliliklarla suren hayati. Hacer bile sasirmis, saskin saskin bakiyordu onun yuzune. Hacer, cok d

Terzi

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini. Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan

Son Yorumlar