Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İyilik

Yatakta yatan adam, başucundaki genç doktora: -Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım. Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı. Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken: -Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğ

Kaptan

Serbest olmak özgürlüktür derdi hep, bizim kaptan. Yelkenleri istediği yöne açıp gitmeyi severdi. Ben de hep şaşırırdım, nasıl oluyor da, her istediği yönde rüzgar bulabiliyor diye. Bir sırdı benim için bizim kaptanın bu yeteneği. Hadi arkadaşlar şimdi güney doğuya gidiyoruz derdi, ve yelkenleri ona göre açardık, dümenci de rotayı ayarlardı ve biz ideal rüzgarı bulurduk, inanılmaz bir tesadüftü benim için bu, adeta bir sihir.  Hiç unutmam kaptanla son seferimiz olacak o yolculuk da böyle başlamıştı. Bilmiyordum tabi o seferin onunla paylaştığım son sefer olacağını. Onun son seferi olduğunu bildiğini de bilmiyordum. Sabahın o soğuk nemli havası, sisin içinden doğan güneşin verdiği o soğuk aydınlık gibi, insanın hem içini aydınlatıyor hem de ürpertiyordu, o aydınlattığı yürekleri. Limandan çıkarken bile rüzgarı doğru tahmin etmişti kaptan, her zamanki gibi.  Kıyı gözden kaybolurken bana seslendi, "yanıma gelsene". Koştum gittim, kapağı kapalı, yılların neminden buruşmuş yap

Bu Belki Son Günündür

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim. Adam b

Aynalar Diyarı

Aynalar diyarında ıssızlar sarayında varmış güzel bir prenses. Heybetli mi heybetli bir kralla biraz zavallı olan kraliçenin güzel kızlarıymış. Güzel dememize bakmayın varmış kusurları işte bundandır ki küsmüş aynalara. Aynalarsa onla dost olmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Bazen bir hizmetçinin elinde ona gözükmeye bazen de babasının elinde onla konuşmaya çalışıyorlarmış. Ama nafile işte, prensesimiz bir kere küsmüş bu dost aynalara. Ona dost ne demek; düşmanlarmış. Çünkü onun kusurlarını direkt yüzüne gösteriyorlarmış, büyük bir cüretle. Annesi de kaçırırmış aynalardan onu; zavallığından dolayı kusursuz yetiştiremediği prensesini. Babaya ne demeli; kızı güçlü olsun diye sürekli aynaları kızının dibine koyarak işte sen böyle kusurlu bir insansın dermiş sürekli. Prensesimiz kusursuz olması gerekirken, aynalarla kusurları arasında kalakalmış koskocaman sarayın içersinde. Çok mutsuzmuş. Ama çok. Acı da çekiyormuş. Acıları kusurlarını,kusurları acılarını büyütürken, o

Püf Noktası

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: - Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta, - Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve, - Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığınd

Son Yorumlar