Ana içeriğe atla

Kayıtlar

teori etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bardağın Ağırlığı

Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu. Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler. “Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“

Birlikte Ayrılık

Birbirlerine delicesine aşık olan prenses ve prens, dillere destan bir düğünle evlenirler. Ancak daha aradan bir ay geçmeden aşkın yerini fırtına alır, karı koca sık sık kavga etmeye başlarlar. Kral araştırma yaptırır ama bir türlü işin sırrını çözemez. Bu arada prenses ve prens bu sırrın düşmanlar tarafından fark edilmemesi için resmi davetlerde mutlu karı koca rolü oynarlar. Baş başa kaldıkları zamansa birbirlerine karşı nefretle konuşmaya ve davranmaya devam ederler.

İhtiyar Adam ve Atı

Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. 'Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın' demişler. İhtiyar 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. 'Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.' Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer

Püf Noktası

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: - Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta, - Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve, - Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığınd

Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - 'Tadı nasıl?' diye soran yaşlı adama öfkeyle: - 'Acı' diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - 'Tadı nasıl?' 'Ferahlatıcı' diye cevap verdi genç çırak. - 'Tuzun tadını aldın mı?' diye sordu yaşlı adam, 'Hayır' diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - 'Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne a

Tenis Oyuncusu

Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den olmekteydi. Dunyanin her kosesindeki hayranlarindan mektuplar yagmaktaydi. Bunlardan bir tanesi soyle soruyordu: "Neden Tanri boylesine kotu bir hastalik icin seni secti?" Arthur Ashe buna su cevabı verdi: Tum dunyada¦ 50 milyon cocuk tenis oynamaya baslar, 5 milyon tenis oynamayi ogrenir, 500,000 profesyonel tenisi ogrenir, 50,000 yarismalara girer, 5,000 buyuk turnuvalara erisir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yari finale, 2'si finale kalir. Elimde Sampiyonluk kupasını tutarken Tanri ' ya "Neden ben?" diye hic sormadim. Ve bugun sanci cekerken, Tanri ' ya "Niye ben?" mi demeliyim?

Gürültü

Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk birkaç haftasını huzur içinde geçirir; ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün dersten çıkan öğrenciler, yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak geçer giderler. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam buna bir son vermeye karar verir. Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapının önüne çıkar onları durdurur ve, "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar vereceğim" der. Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve şöyle der: "Çocuklar, enflasyon beni de etkilemeye başladı. Bundan böyle size sadece g

Buğday

Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: -Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. -Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda, -Neden olmasın, dedi çiftçi. -Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Kahve Taneleri

Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. "Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine. Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş. Hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. "Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş. Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?" Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış. "Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış. Yu

Sorun kimde?

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. "Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla" O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Cevap yok Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap yok Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Hala cevap yok. Adam mutfağın

Yardım

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış: “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!” Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş: “Eğer anlatırsan, demiş bedevi, Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”

Güven

“İngiltere’de, yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine, ihtiyaçları oldukça kullandıkları; kredisi sınırsız çek defterleri yani limitsiz özel harcama yapma yetkileri vardır. İngiliz Devleti, yargıçlarına bu kadar çok güvenir. Bir gün yargıcın biri bankaya gidip, yazmış olduğu tam 1.000.000 poundluk bir çeki bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri, en üst makamdan onay almadan bu kadar yüksek miktardaki bir meblağı veremeyeceklerini söyleyip hemen İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlık gibi kurumlara telefonlar etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: Ödeyin ! Gel gelelim bankada dahi o kadar nakit yokmuş. Yargıca, ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün, para bir bavulun içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Yargıç, çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istemekteymiş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı’nı bilgilendirmişler. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve yargıca, bu hareke

Az ile Öz

Bir zamanlar bir ülkede iki arkadaş varmış. Bunlar pek haylazmış, üstelik sürekli gevezelik ederlermiş. Çevrelerindeki büyükler bunlara o kadar çok “Evladım az ve öz konuşun” demişler ki, sonunda adları Az ve Öz kalmış. Az çok haylazmış; Öz de haylazmış ama, iyi-kötü ucundan kenarından okurmuş. eski Yunan’dan, eski Roma’dan, eski Türk’ten kitaplar okurmuş. Öz, Aisopos’u bile tanırmış. (yüz yüze görüşememişler ama kalpten tanışmış, o kısa, kambur, kekeme, ama tatlı dili Aisopos ustayla.) Neyse lafı uzatmayalım, Az ile Öz günlerden bir gün kötü işlere bulaşmışlar, kötü adamlarla dalaşmışlar. ve bir gün olanlar olmuş. Haydutlar Az’ın ve Öz’ün gözlerini bağlayıp kaçırmışlar. Öyle az öteye değil; bir araca bindirip günlerce uzaktaki bir yere götürmüşler. Taştan bir odaya kapatmışlar. Odanın duvarında ufak bir pencere varmış. Demirli. Bu pencereden bakınca yalnızca gökyüzü gözüküyormuş. Günlerdir gözleri bağlı yolculuk eden Az ile Öz çok yorgun düşmüşler ve nerede bulundukları konusunda en k

Basit

Bir ormanda iki kisi agaç kesiyormus. Birinci adam sabahlari erkenden kalkiyor, agaç kesmeye basliyormus, bir agaç devrilirken hemen digerine geçiyormus. Gün boyu ne dinleniyor ne ögle yemegi için kendine vakit ayiriyormus. Aksamlari da arkadasindan bir kaç saat sonra agaç kesmeyi birakiyormus. Ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya basladiginda eve dönüyormus. Bir hafta boyunca bu tempoda çalistiktan sonra ne kadar agaç kestiklerini saymaya baslamislar. Ikinci adam çok daha fazla agaç kesmis. Birinci adam öfkelenmis: "Bu nasil olabilir? Ben daha çok çalistim. Senden daha erken ise basladim, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla agaç kestin. Bu isin sirri ne?" Ikinci adam yüzünde tebessümle yanit vermis: "Ortada bir sir yok. Sen durmaksizin çalisirken, ben arada bir dinlenip baltami biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok agaç kesilir."

Proje

Greater Idobo Falls Bilim Fuarında bir lise öğrencisi, yöre halkını,hazırladığı bir projeyi imzalamaya davet etti. Delikanlı, "dihydrogenmonokside" adlı maddenin kullanımının tümüyle yaaklanmasını,buna olanak olmayan durumunda ise maddenin, çok sıkı biçimde denetlenmesini istiyordu.Söz konusu maddenin zararlarını, duvarlara astığı afişte açıklıyordu: 1. yoğun terleme ve kusmalara neden olabilir. 2. doğaya büyük zarar veren asit yağmurlarının ana unsurudur. 3. gaz biçimine dönüşmüş durumuyla, çok ciddi yanıklara neden olabilir. 4. kazara solunması, ciğerler dolması, ölüme yol açar. 5. erozyonun önemli bir nedenidir. 6. otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır. 7. ölümcül kanser tümörlerinin tümünün içinde bulunduğu saptanmıştır. Bir saat içinde tam 50 kişi, delikanlının kampanya açtığı bölümü gezdi. 43 kişi, bu maddenin yasaklanması isteğini şiddetle desteklediklerini bildirdi. 6 kişi kararsız kaldı. Yalnızca 1 kişi yasaklanması istenen "dihydrogenmonokside"in H2O o

Kral

Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!" Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu.Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu? " Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadı

Seçenek

Michael herkesin imrendigi biriydi. Her zaman neseliydi ve çevresine hep olumlu seyler söylerdi. Birisi ona nasil oldugunu sordugunda: 'Daha iyi olamazdim' diye yanitlardi. Dogal bir motivatördü. Eger çalisanlardan birisi isyerinde kötü bir gün geçirmisse, Michael, ona, durumun olumlu taraflarina bakmasini söylerdi. Michael'in bu tarzi beni çok meraklandirdi, ve bir gün Michael'a gidip sordum; 'Anlamiyorum! Her zaman nasil bu kadar pozitif biri olabiliyorsun? Bunu nasil yapiyorsun? Michael yanitladi:'Her sabah kalktigimda kendime diyorum ki: 'Bu gün iki seçenegin var: ya iyi bir ruh halinde olabilirsin ya da kötü bir ruh halinde, seçimini yap. Ben de iyi bir ruh halinde olmayi tercih ediyorum. Kötü bir sey oldugunda, ya kendimi kurban olarak görebilirim ya da bu durumdan bir sey ögrenebiliri m. Ben de bir sey ögrenmeyi tercih ediyorum. Ne zaman birisi bana derdini anlatsa, onu sadece dinleyebilir, ya da hayatin olumlu taraflarini gösterebilirim. Ben de ikinc

İyilik ve Vefa

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar. Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürüm

Karga ile Leylek

Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ´yabancı´yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... ... O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin ´arıza´larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine

Einstein ve Şoförü

Einstein konferaslarina hep özel soförü ile giderdi. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çiktiklari bir gün soförü Einstein'a ; "Efendim, uzun zamandir siz konusmanizi yaparken ben de arka siralarda oturup sizi dinliyorum ve artik neredeyse söyleyeceginiz her seyi kelimesi kelimesine biliyorum" dedi.

Son Yorumlar