Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kibritçi Kız

Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu. Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı. Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi. Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti. Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu. Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorb

Armağan

Kaf Dağı' nın da ötesindeki masal ülkelerinden birinde, harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş. Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi, küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler. Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş: "Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğünüz şeyleri hediye edin!" Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş: "Ben sihirli gücümle sana görenin hayran kalacağı bir güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!"

Kral ve Dilenci

Bir kral sabah gezintisi sirasinda bir dilenciye rastlar. "Dile benden ne dilersen" der. Dilenci güler ve "Sanki dilegimi gerçeklestirebilecekmis gibi soruyorsunuz." diye yanitlar. Kral alinir ve söylesi koyulasir. - Pek tabii her dedigini yerine getirebilirim. Sen söyle hele, ne istiyorsun? - Söz vermeden önce iki kez düsünün kralim.

Kardelen ve Hercai

Yıllar evvel birbirini çok seven iki çiçek varmış. Bunlardan erkek olan, sevgilisini o kadar çok seviyormuş ki; baharda açtıklarında diger çiçeklerden onu kıskanıyormuş. Buna dayanamayan erkek çiçek baharda binlerce çiçegin içinde açmak ve kalabalıgın içinde kaybolmak yerine kışın dondurucu sogugunda açarak canından çok sevdigi sevgilisini daha fazla görmeyi hayal etmiş.

Hero ile Leandros

Çok eski zamanlarda, bugün bizim Çanakkale Boğazı dediğimiz Hellaspontos'un Avrupa kıyısında, Sestos adını taşıyan bir şehir bulunuyordu. Bu şehir surları arasında Aphrodite için yapılmış büyük bir tapınak vardı. Bu tapınakta Hero adında çok güzel bir rahibe vardı, bu rahibe güzelliği ile dillere destan olmuştu. Aphrodite mabedindeki kumrularla ilgilenen Hero'yu görenler onu Aphrodite'in kendisi zannederlerdi.

Otuz Kuş

Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş.  Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yı

Üç Soru

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."  Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.  Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında yapılabilir".  Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları iz

İtfaiyeci Bob

Yirmi altı yaşındaki anne lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Oysa bu artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa o hala oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. Oğlunun eline tuttu ve “Bopsy, büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğini ve hayal ettiğin oldu mu?” diye sordu. “Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak isterim”. Anne gülümsedi ve “dilediğini gerçekleştirebilecek miyiz bir bakalım” dedi. Daha sonra anne Arizona’daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Arizona şehri kadar büyük itfaiyeci Bob ile tanıştı. Ona oğlunun son isteğinden söz etti ve altı yaşındaki oğlunun itfaiye arabasına binip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. İtfaiyeci Bob ona şöyle bir yanıt verdi. “Bundan da

Hediye

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı, "Biraz bekleyeceksin hocam," dedi. "İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum." Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi. "Benim ikizler acıkmıştır." Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört-beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!.. "Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir olduğundan, on

Küçük Kuş

Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörüydü. 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş. Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: "Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış. Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına

Son Yorumlar