Ana içeriğe atla

Umut her zaman vardır

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarina her geçen gün biraz daha yükleniyordu. Yasamdan bikmisti, gözleri yilgin bakiyordu. Isil isil olmasi gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...

Umut her gün ölümü biraz daha yaklasmis olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu...,

Aldigi o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. Ilaç sonrasi çektigi aciyi bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu..

Bir seferinde:
- Ölmek istemiyorum demisti doktoruna.

- Basket takiminda idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmisti, sonra gitar çaliyorum. Daha çalmasini ögrenmek istedigim çok parça var. Ben bir psikolog olacagim sonra. Bunlari 6 aya nasil sigdiririm söyler misiniz bana ?diye bagirdi.
Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu..
Kendini çok kötü hissettigi bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldirdi. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kani uymadigi için, kan anonsla arandi.

Yener o sirada hastanede yatan bir arkadasini ziyaret etmekte idi.
- Bu kan benim kanimla ayni dedi arkadasina.

Kan vermek için asagi kata kostu..
- Kan verecegim dedi, anons için geldim..

Yener ve Umut bu vesile ile tanistilar. O gün Yener kan verdigi hastayi ziyaret etmek istemisti.. Nereden bilecekti ki o gün tanisacagi bu kisinin hayatinin sonuna kadar onun en iyi dostu olacagini.
- Geçmis olsun dedi Yener Umut'a..

Umut:
- Bana kan vermissiniz. Sag olun, ama zahmet olmus, ugrasip durmayin!! Nasilsa ben yakinda ölüp gidecegim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder degil mi ?
Yüzünde ki açikça okunan hüznünü, umursamaz tavirlara birakmak istiyordu Umut. Ama pek basarili olamiyordu..

Yener elinde ki gitari yatagin kenarina birakti. Umut o zaman gitari fark etti.. Demek gitar çaliyordu.. Umut'ta çaliyordu ama su illet hastaliga yakalandigi son 9 aydir, eline gitari almamisti.
- Sen daha yasarken pes etmissin, dostum diye basladi söze Yener.
- Bak hayat savas demektir. Kimi ekmek parasi için savasir, kimi bir parça toprak için, sen yasamak için savasmazsan, bu hastalik seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü.

Umut savasmaktan yorulmustu. Artik su ölüm gelse de alsaydi onu, herkesin ona aciyarak bakmasindan bikmisti. Aldigi ilaçlara bagimli yasamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi sogumustu. Sanki bos bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmisti.

Yener bunlari düsündü.. Umut'u çok iyi anliyordu. Çünkü 2.5 yil önce kaybettigi kiz arkadasi, cani, kelebegi de ayni Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmisti. Yener ona yardim edememisti, hem onsuz geçecek yillarini düsünüp kendine acimaktan buna vakit bulamamis, hem de Aysegül'de, kelebeginde tam olarak bu hisleri anlayamamisti.. Çünkü Aysegül ile Yener'in de bir parçasi ölüyordu.. Yener kelebegini kaybediyordu. Aysegül'üne yardim edememisti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüs o isik tanidikti.. Aysegül'ün kilerle ayniydi.
- Bende gitar çaliyorum dedi Umut.. Ama artik pek zamanim olmuyor. Çünkü hayatim yatakta geçiyor.

Yener gitarini aldi,
- Simdi gidiyorum, annenlere söyle gitarini getirsinler. Yarin ugradigim da bir konser veririz ne dersin ?

Umut gülümsedi.. Bu çocugu sevmeye mi baslamisti ne? Gitari ellerine aldilar. Yener öyle neseli parçalar çaliyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandir böyle gülmemisti. Ne tesadüftü ki ikisi de ayni yasta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. Ikisi de gitar çaliyordu ama Umut ölüyordu. Bu düsünceyi bir türlü aklindan çikaramiyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldi. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan isigin yine sönüp gittigini fark etti.
- Ne zaman çikiyorsun hastaneden diye sordu.
- Yarin. Yazlik evimize gidecegiz.

Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardi.
- Sende gelsene.

Umutlarin evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayaliklar arasinda ki ev kus bakisi tüm körfezi görüyordu..
Yener:
- Hadi yüzmeye... Umut:
- Ama ben çok halsizim... Yener:
- Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleseceksin.
- Haklisin dedi Umut..
Kayalara ulastiklarinda en yüksek kayanin uçunda durdu Yener.
- Sence burasi kaç metredir? dedi.
- Bence 3-4 metre var ve su sig.. dedi Umut.
Yener:
- Ben buradan atlayacagim dedi.
- Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut.

Yener kayalarin uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladi.. Umut'un rengi atmisti kayanin uçuna kostu. Bir iki dakika soluk alamadi ve Yener'in su yüzüne çikip ona el salladigini görünce bulundugu yere çömeldi ve ellerini basinin arasina alip öylece kaldi..

Yener kiyiya çikmis gülerek geliyordu. Umut'a yaklasti.. Nasil atlayisti diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine:
- Umut ??? dedi..
Umut basini kaldirdi, agliyordu bagirmaya basladi..
- Sen delirdin mi? ölebilirdin....
Yener Umut'a bakti önce sonra elindeki havluyu yere atip üzerine, Umut'un yanina oturdu..

Gördünüz mü? Umut bey, insanin gözlerinin önünde bir sevdiginin ölüme gitmesi ne kadar zormus ? Tamam, sen kendini düsünmüyorsun, peki anneni de mi de düsünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düsünmüyorsun? Varini yogunu sana harcamaya hazir babani da mi düsünmüyorsun ? Gördün mü sevdiginin eridigini görmek ne zormus? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmissin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilaci üzerine gitmektir korkunun.. Savas bu korku ile üzerine git, daha savasa baslamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir sey olmazdi dedi...

Yener saka ile ekledi:
- Yener ölümü bile yener.
Sonra son derece ciddi söyle dedi
- Ve Yener ile Umut bu hastaligi da yenecek... Söz veriyor musun ?

Aglamayi kesmisti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düsünmedigi bir seyi anlamasina yardim etmisti. Onu sevenlerde çok aci çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yasamaliydi.
Yener ayaga kalkti, Umut'a elini uzatti... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti...

O yil yapilan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asil Umut'un hayata dönüs gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sicak bir yaz gününde kayalarin üzerinde Umut tekrar dogmustu.

Umut ve Yener dostlugu her yil çig gibi büyüyerek gelisti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasinda son nefesini verene dek.. 43 yasinda ki Umut, onsuzluga alismanin ne zor oldugunu bilerek, ama sevdikleri için hayatin acilarina katlanarak bir yili doldurmustu. Yazlik evlerinin balkonunda yillar önce hayata yeniden dogdugu kayalara bakti.. Ve seslendi:
Yener!!!

Küçük çocuk kosarak geldi.
- Evet, baba...
- Gitar çalmayi ögrenmek istiyorsun, degil mi ?
Çocuk sevinçle bagirdi:
- Eveeeeeeeeet....
- Kos o zaman, yatagimin bas ucunda asili olan Yener amcanin gitarini getir, o gitar bu günden sonra senin gitarin olacak dedi..
Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir...

Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden dogabilirsiniz..

Yorumlar

Son Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kahve Patates ve Yumurta

Bir zamanlar, her seyden sürekli sikayet eden; her gün hayatinin ne kadar berbat oldugundan yakinan bir kiz vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savasmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çikiyordu karsisina. Genç kizin bu yakinmalari karsisinda, meslegi asçilik olan babasi ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfaga götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayinca, bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve ekirdeklerini koydu. Daha sonra kizina tek kelime etmeden, beklemeye basladi. Kizi da Hiçbir sey anlamadigi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsilasacagi seyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabirsizdi ki, sizlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya basladi. Babasi onun bu israrli sorularina cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altindaki atesi kapatti. Birinci cezveden patatesi çikardi ve bir tabaga koy

Avucunuzdaki Kelebek

Ahmet Serif Izgoren'in, "Avucunuzdaki Kelebek" isimli kitabindan; Vehbi Koç, oglu Rahmi Koç'a iki mektup verir; 'birini ben olunce aç, ikincisini de beni defnettikten sonra açarsin' der. Vefat ettiginde Rahmi Bey ilk mektubu açar. Mektupta, 'Oglum, senden tek bir istegim var; beni çoraplarimla gomsunler'.

Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz

  Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Moliere

Palyaçonun Hikayesi

Birgün bir adam doktora gitmiş ve ona çok mutsuz olduğunu ve bu durumdan kurtulmak istediğini söylemiş. Doktor da adama yolun sonunda birsirk olduğunu, oradaki paylaçonun hergün herkesi gülüp eğlendirdiğini söylemiş ve adama sirke gitmesini tavsiye etmiş.  Fakat adam doktora : "Doktor bey, işte o palyaço benim." demiş.

İki Dörtlük

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar. Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti.

İtfaiyeci Bob

Yirmi altı yaşındaki anne lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Oysa bu artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa o hala oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. Oğlunun eline tuttu ve “Bopsy, büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğini ve hayal ettiğin oldu mu?” diye sordu. “Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak isterim”. Anne gülümsedi ve “dilediğini gerçekleştirebilecek miyiz bir bakalım” dedi. Daha sonra anne Arizona’daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Arizona şehri kadar büyük itfaiyeci Bob ile tanıştı. Ona oğlunun son isteğinden söz etti ve altı yaşındaki oğlunun itfaiye arabasına binip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. İtfaiyeci Bob ona şöyle bir yanıt verdi. “Bundan da

Ressam

Köyde yaşayan yaşlı bir ressam vardı. Olağanüstü güzel resimler yapıp iyi fiyata satardı. Bir gün köyden bir fakir gelip dedi ki : -Yahu senin durumun iyi.  Neden kimseye yardım yapmıyorsun.  Bak fırıncı fakirlere ara ara bedava ekmek veriyor. Kasap bazen bedava et veriyor. Sen neden hiç yardım etmiyorsun? Ressam tebessüm etti ama bir şey demedi. Bu fakir bütün köyde sabah akşam ressamın aleyhinde konuşuyor ve ressamı kötülüyordu.

İhtiyar Adam ve Atı

Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. 'Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın' demişler. İhtiyar 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. 'Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.' Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer

İster kral, ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzur olandır

İster kral, ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzur olandır.  Goethe

Haznedar

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedârı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş: “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.” Sultan kulaklarına inanamamış. “İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Duvara küçük bir