Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Portre

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen e yeterince benzediği görüşündeydi. Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti. Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, ' Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?' Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerind

Mutlu Olmak

Acısını yaşamak isteyen bir adam, kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Adam, ustaya sorar: "Usta, eğer dört günde dört saat meditasyon yaparsam, yüksek bilince ulaşmam ne kadar sürer?" Usta adama bakar ve yanıt verir: "Eğer günde dört saat meditasyon yaparsan, belki on yılda yüksek bilince ulaşabilirsin." Bundan daha iyi yapabileceğini düşünen adam yine sorar: "Oh, usta peki günde sekiz saat meditasyon yaparsam, yüksek bilince ulaşmam ne kadar zaman alır?" Usta adama bakar ve yanıt verir: "Eğer günde sekiz saat meditasyon yaparsan, belki yirmi yılda yüksek bilince ulaşabilirsin." Adam şaşırır ve sorar: "Ama daha çok meditasyon yaptığımda, neden daha uzun zaman alır?" Usta tebessüm eder "Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik bir meditasyonda yapabileceğinin en iyisini yapabildiğin halde, sekiz saat meditasyon yapmaya kal

Hayal

Çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğlunun, babasının işi nedeniyle orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. "Bu senin ya

Göründüğü Gibi Değil

Iki melek yeryüzünü dolasmaya çikmislar. Tabii insan kiliginda. Aksam olmus. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanin kapisini Tanri misafiri olarak çalmislar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmisler onlari. Yemek falan teklif etmemisler. Sicacik misafir odalari yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki silte atip "Geceyi burada geçirebilirsiniz" demisler. Silteleri betona sererken, yasli melek duvarda bir çatlak görmüs. Elini uzatmis. Söyle bir sürmüs yariga. Duvar eskisinden saglam olmus. Genç melek "Niye yaptin bunu?" diye sormus merakla. "Her sey her zaman göründügü gibi degildir" demis yasli melek yavasça. Ertesi aksam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuslar. Her seyleri bir tanecik inekleri imis. Onun sütünü satip geçiniyorlarmis. Ev sahipleri mütevazi sofralarina almis onlari. Allah ne verdiyse beraber yemisler. Yatma zamani gelince kadin "Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalisiniz" demis. &qu

Zor Soru

Delikanli kizi cok seviyordu. Evleneceklerdi. Ama sorunlari birden artmisti. Iste ve evde. Asabilesmis sevgilisini uzer olmustu. Hatta aglatmisti bir keresinde. Bir gun. Mutlu bir gun. Birbirlerine sarilmisken, delikanli sordu: "Bana neden katlaniyorsun?..Ama hemen cevap verme..Iyi dusun!..Ben ayni soruyu senin icin kendime sordum ve cevabi buldum. Bakalim sen ne cevap bulacaksin?" Kiz dusundu ve yanit verdi: "Seni sevdigim icin" Delikanlinin surati asilir gibi oldu. Kiz beklenen yaniti vermedigini hissetti. Bakalim dogru cevap neydi?. O da sordu: "Peki sen bana neden katlaniyorsun?.. "Delikanli simsiki sarildi kiza... "Ben sana katlanmiyorum ki!!!.."

Proje

Greater Idobo Falls Bilim Fuarında bir lise öğrencisi, yöre halkını,hazırladığı bir projeyi imzalamaya davet etti. Delikanlı, "dihydrogenmonokside" adlı maddenin kullanımının tümüyle yaaklanmasını,buna olanak olmayan durumunda ise maddenin, çok sıkı biçimde denetlenmesini istiyordu.Söz konusu maddenin zararlarını, duvarlara astığı afişte açıklıyordu: 1. yoğun terleme ve kusmalara neden olabilir. 2. doğaya büyük zarar veren asit yağmurlarının ana unsurudur. 3. gaz biçimine dönüşmüş durumuyla, çok ciddi yanıklara neden olabilir. 4. kazara solunması, ciğerler dolması, ölüme yol açar. 5. erozyonun önemli bir nedenidir. 6. otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır. 7. ölümcül kanser tümörlerinin tümünün içinde bulunduğu saptanmıştır. Bir saat içinde tam 50 kişi, delikanlının kampanya açtığı bölümü gezdi. 43 kişi, bu maddenin yasaklanması isteğini şiddetle desteklediklerini bildirdi. 6 kişi kararsız kaldı. Yalnızca 1 kişi yasaklanması istenen "dihydrogenmonokside"in H2O o

Resim

Bir küçücük oğlancık, bir gün okula başlamış. Pek mi pek akıllıymış. Okulu da pek büyükmüş. Ama akıllı çocuk, sınıfına dışarıdan kestirme bir yol bulmuş. Buna çok sevinmiş. Artık okulu ona kocaman görünmüyormuş. Bir zaman sonra, bir sabah öğretmen demiş ki; "Bugün resim yapacağız." "Ne güzel ! " demiş çocuk. Resim yapmasını pek severmiş. Her türlüsünü de yaparmış. Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler, gemiler ... Mum boyasını çıkarmış ve çizmeye başlamış. Ama öğretmen "Durun!" demiş. "Henüz başlamayın." Ve çocuk herkes hazır olana kadar beklemiş. "Şimdi" demiş öğretmen, "Çiçek çizmesini öğreneceğiz." "İyi demiş" çocuk. Çiçek çizmesini çok severmiş ve pek güzellerini yapmaya başlamış pembe, mavi, turuncu mum boyalarıyla.. Ama öğretmen, "durun" demiş, "size nasıl yapacağınızı göstereceğim." Yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş. "İşte" demiş öğretmen, "Böyle çizeceksiniz. Şi

Kaşık

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine. "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" "Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.. Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşı

5 Önemli Ders

Birinci ve de en onemli ders. ----------------------------- Okuldaki ikinci ayimda, hocamiz test sorularini dagitti. Ben okulun en iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada cakildim kaldim. Son soru soyleydi: "Hergun okulu temizleyen hademe kadinin ilk adi nedir?.." Bu herhalde bir cesit saka olmaliydi. Kadini yerleri silerken hemen hergun goruyordum. Uzun boylu, siyah sacli bir kadindi. 50'lerinde falan olmaliydi. Ama adini nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanitsiz birakip kagidi teslim ettim. Sure biterken bir ogrenci, son sorunun test sonuclarina dahil olup olmadigini sordu. "Tabii dahil" dedi, hocamiz.. "Is yasaminiz boyunca insanlarla karsilacaksiniz. Hepsi birbirinden farkli insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gulumsemeniz ve'Merhaba' demeniz gerekse bile.." Bu dersi hayatim boyunca unutmadim. O hademenin adini da.. Dorothy idi. Ikinci onemli ders..

Ford

A.B.D de işşiz bir genç, otomotiv sanayinin öncüsü ünlü işadamı Henry Ford´dan iş istemek için bürosuna gider. Sekreterden 8 ay sonraya güçlükle randevu alabilir. Randevu günü büroya gelen genç; sekretere iş görüşmesi için randevusu olduğunu söyler. -Sekreter der ki; Ford şu an dışarı çıkıyor.Siz de onu takip edin lütfen! Bir arabaya biner Ford. Genç de yanındadır. Yol boyu hiç konuşulmaz. Arabadan inip büyük bir mağazaya doğru yürürler. Kapıdakiler, Ford´u büyük bir saygıyla karşılarlar. Birlikte mağazayı gezdikten sonra, aynı şekilde 2, 3, 4, ve 5, büyük mağazayı daha gezerler ve ardından dönüş için tekrar otomobile binilir. Genç daha fazla dayanamaz ve sorar; -Sayın Ford, benimle iş görüşmesi yapmayacak mısınız? -Ya demek öyle?... Pekiyi o halde! Ford arabayı durdurup, kahramanımızın inmesini ister. Genç arabadan indikten sonra Ford oradan hızla uzaklaşır. Orası şehirden uzak tenha bir yerdir. Gencin cebinde ise hiç para yoktur. Sinirli bir şekilde söylenerek yürümeye ba

Seçim

Fransa'da, ağır isçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk isçiye yaklaşır ve sorar : "Ne yapıyorsun?" "Nesin sen, kör mü?" diye öfkeyle bağırır isçi." Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi biraraya yıgıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter." Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci isçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar : "Ne yapıyorsun?" İşçi cevap verir : " Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalısıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi." Biraz cesaretlenen görevli üçüncü isçiye doğru ilerler. "Ya sen ne yapıyorsun?" diye sorar. "Görmüyor musun?" der isçi kollarını göky

Kral

Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!" Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu.Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu? " Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadı

Karar Vermek

Oykü ünlü Çin düsünürü Lao Tzu'nun zamaninda geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, anlatirmis hatta.. Köyün birinde bir yasli adam varmis.. Çok fakir.. Ama kral bile onu kiskanirmis.. Öyle dillere destan bir beyaz ati varmis ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamini teklif etmis ama adam satmaya yanasmamis.. "Bu at, bir at degil benim için.. Bir dost.. insan dostunu satar mi" dermis hep.. Bir sabah kalkmislar ki, at yok.. Köylü ihtiyarin basina toplanmis.. "Seni ihtiyar bunak.. Bu ati sana birakmayacaklari, çalacaklari belliydi. Krala satsaydin, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yasardin. simdi ne paran var, ne de atin" demisler.. ihtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demis.. Sadece 'At kayip' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiginiz karar. Atimin kaybolmasi, bir talihsizlik mi, yoksa bir sans mi, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir baslangiç. Arkasinin nasil gelecegini kimse

Köpekbalığı

Japonlar taze baligi hep cok sevmislerdir. Fakat japonya sahillerinde bol balik bulmak mumkun olmamaktadir. Balikcilar, Japon nufusu doyurabilmek icin daha buyuk tekneler yaptirip daha uzaklara acilabilmislerdir. Balik icin uzaklara gidildikce, geri donmesi de daha cok vakit alir olmustur. Donus bir - iki gunden daha uzarsa, tutulan baliklarin da tazeligi Kaybolmaktadir. Japonlar tazeligi kaybolmus baligin lezzetini sevmemislerdir. Bu problemi cozebilmek icin balikcilar teknelerine soguk hava depolari kurdurmuslardir. Boylece istedikleri kadar uzaga gidip, tuttuklarini da soguk hava deposunda dondurulmus olarak saklayabileceklerdi. Ancak Japon halki taze ile donmus balik lezzet farkini hissedebiliyor ve donmus olanlara fazla para odemek istemiyorlardi. Balikcilar bu defa teknelerine balik akvaryumlari yaptirdilar. Baliklar iceride biraz fazla sikisacaklardi, hatta, birbirlerine carpa carpa birazda aptallasacaklardi, ama yine de canli kalabileceklerdi. Japon halki canli olmasina ragmen

Yaşamı Özgür Bırakabilseydin

Zamanların birinde, parlak tüyleri, rengarenk kanatları olan bir kuş varmış. Bakanları büyüleyen, yaşam sevinci veren göklerde özgürce uçmak için yaratılmış bir hayvanmış. Günün birinde kadının biri bu kuşu görüp ona aşık olmuş, Kalbi yerinden fırlarcasına, gözleri heyecandan parlayarak kuşun uçuşunu seyretmiş. Kuş onu yanına çağırmış ve ikisi birlikte, anlatılamaz bir uyumla uçmuşlar. Kadın kuşa tapıyor, onu kutsal sayıyor, yüceltiyormuş. Ama günün birinde düşünmüş kadın: "Belki de uzak dağları keşfetmek ister" diye korkuya kapılmış. Aynı duyguyu başka bir kuşla yaşamayacağından korkmuş. Ve kıskanmış kuşun uçabilme yeteneğini kıskanmış. Kendini yalnız hissetmiş. "Ona bir tuzak kurayım", diye geçirmiş içinden. "Bir dahaki sefer, kuş tekrar gelirse, artık gidemesin" demiş. Kadın kadar aşık olan kuş, ertesi gün tekrar sevgilisini görmeye gelmiş. Ne var ki, tuzağa düşmüş ve bir kafese hapsedilmiş. Kadın her gün gelip, kuşu seyrediyormuş. Vurgunmuş ona ve onu

İnsanlık

Okuma ve ogrenme zorlugu ceken cocuklara ozel egitim veren bir okul icin bagis toplama yemeginde, cocuklardan birisinin babasi katilimcilar tarafindan asla unutulmayacak bir konusma yapti. Okula ve kendini adamis ogretmenleri kutladiktan sonra soyle bir soru sordu: "Disardaki etkenler tarafindan etkilenmedikce doga her seyi mukemmel bir sekil ve sirada yapiyor. Ama yine de oglum Shay, diger cocuklarin ogrendikleri gibi ogrenemiyor. Diger cocuklarin anlayabildikleri gibi anlayamiyor. Oglumda dogal olmasi gerekenler seyler nerede?" Bu soru karsisinda dinleyiciler sessiz kaldilar. Baba devam etti. "Ben inaniyorum ki, dunyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir cocuk geldiginde, gercek insan dogasi kendini gosterme firsatini buluyor ve bu da insanlarin o cocuga davranis sekillerinde kendini gosteriyor." Ve sonra asagidaki hikayeyi anlatmaya basladi: Shay ve babasi bir gun parkta Shayin tanidigi birkac cocugun baseball oynadiklarini gorduler. Shay sordu, "Acaba

Tebrik Kartları

1965 senesiydi. İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlükte, özel kalem müdürünün yardımcısıydım. Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün, genel müdür, beni odasına çağırdı. “Buyrun efendim.” “Tebrik kartları hazır mı evladım?” “Hangi tebrik kartları efendim?” “Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi.” “Hiç haberim olmadı efendim” “Hemen, hemen hemen! Yarına istiyorum üçbin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver.” “Emredersiniz efendim!” dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım? Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesi makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım: “Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.” Kalan bin tanesi de, daha üst makamdakilere: “Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niy

Avucunuzdaki Kelebek

Ahmet Serif Izgoren'in, "Avucunuzdaki Kelebek" isimli kitabindan; Vehbi Koç, oglu Rahmi Koç'a iki mektup verir; 'birini ben olunce aç, ikincisini de beni defnettikten sonra açarsin' der. Vefat ettiginde Rahmi Bey ilk mektubu açar. Mektupta, 'Oglum, senden tek bir istegim var; beni çoraplarimla gomsunler'.

Köprü

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı. Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi : - "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak i

Hasta

Dr.Paul Ruskin, öğrencilerine psikoloji dersini okuturken bir olay anlatıyor; -Hasta ne konuşuyor,nede söylenenleri anlıyor -Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor, -Zaman,yer yada kişi kavramı yok -Yalnız, nasıl oluyorsa kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. -Son 6 aydır onun yanındayım,ne görünüşü için çaba sarfediyor nede bakımı yapılırken yardım ediyor, -Onu hep başkaları besliyor ve yıkayıp,giydiriyor. -Dişleri yok yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor -Gömleği salyalardan dolayı sürekli leke içinde -Yürüyemiyor -Uykusu düzensiz -Gece yarısı çığlık çığlığa uyanıp herkesi kaldırıyor -Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada sebep yokken sinirleniyor,biri gelip onu yatıştırana kadar feryat figan bağırıyor. Bu olayı anlattıktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle bir hastanın bakımını üstlenmeyi isteyip istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Ruskin,kendisinin bunu büyük bir zevkle ve istekle yaptığını ve mutlaka onlarında yapması gerekt

Son Yorumlar