Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ressam

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış. Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.Çok üzülmüş tabiî. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.

Yarı Yol

Adam ve hayattaki tek arkadası olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi.. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar. Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın.. Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklastı ve sordu: "Affedersiniz..Burası neresi?'‘ Kadın ona gülümsedi:"Burasi Cennet, efendim" Adam bunun üzerine sevinçle Harika...!!!" dedi. "Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok susadım".... Kadın cevap verdi: "Tabi efendim, içeri girin... içeride dilediginiz kadar su bulabilirsiniz.. böylece adam köpeğine döndü, "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü.. ama kadin onu birden durdurdu: "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. hayvanları içeri almıyoruz...&quo

Denizaltı

Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan Ismail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kizakaptirir gönlünü. Iki sevgili parmaklarina nisan yüzügü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. Ismail Türe denizaltida muhabere subayi olarak görevlidir çünkü. Üstegmenin aklina harika bir fikir gelir; nisanlisina isikli mors alfabesini ögretecek, Çanakkale'den geçis yapacaklari geceyi planli oldugu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleseceklerdir. Bogazi yüzeyden geçmekte olan denizaltinn kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarindan birinin heyecanli oldugu her halinden belli olmaktadir. Gelibolu kiyilarina geldiklerinde, karanlik içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanip söndügü görülür: "Seni seviyorum..." Arkadaslari gülümseyerek Ismail Türe'ye bakarken, genç asik elindeki fenerle sevgilisine karsilik vermektedir... Bu olaydan sonra iki sevgilinin aski düsmez olur denizalticilarin dillerinden. Herkes,

Hazır Cevaplar

Sokrat ölüme mahkum edildiğinde esi: -Haksiz yere öldürülüyorsun diye ağlamaya başlayınca, Sokrat: -Ne yani, bir de hakli yere mi öldürülseydim?. Bir filozofa sormuşlar: -Sansa inanır misiniz? -Evet, yoksa sevmediğim insanların basarisini neyle açıklardım. Bir toplantıda bir genç M.Akif'i küçük düşürmek için: -Affedersiniz, siz veteriner misiniz? M.Akif hiç istifini bozmadan cevaplamış: -Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu? Dünya nimetlerine önem vermeyen yasayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karsılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek olanaksızdır. Mağrur zengin, filozofa: -Ben bir serserinin önünde kenara çekilmem. Bunun üzerine Diyojen kenara çekilerek,gayet sakin su karşılığı verir: -Ben çekilirim. Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'ye hasımlarından biri: -Efendim,kulaklarınız bir insan için büyük değil mi? Galile cevaplamış: -Doğru,benim kulaklarım bir insan için büyük

Berber Mehmet Efendi

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır.Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi'nin baş ağrısı artarak sürer.Üstüne üstlük baş ağrısı yanısıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaad eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve göz yaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsvicre moda, Zürih'e gidilir. Haftal

Güzellik

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir selviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti. Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllar

Mümkün Olmuyor Ağlamak Ama Sol Yanım Acıyor

Merhaba anne Yine ben geldim Merak etme okuldan çıktımda geldim Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama Ali Okula gitmezsen annem çok kızar merak eder demişti de. Onun için Söylüyorum Geçen hafta öğretmen Sağ elimde sarımsak Sol elimde soğan dedirte öğretti sağımı solumu. Ben biliyorum artık anne sağımı solum neresi. Ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne. Hani geçen geldiğimde şuram acıyor işte şuram demiştim de. Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne bak şimdi söylüyorum şuram işte sol yanım çok acıyor anne. Hem de her gün acıyor anne her gün.. Dün sabah annesi Ayşe’nin saçlarını örmüştü elinden tutup okula getirdi. Yakası da dantel di zil çalınca öptü hadi yavrum sınıfa dedi. Ben de ağladım. Ağladım hiç de utanmadan. Öğretmen ne oldu dedi. Düştüm dizim çok acıyor dedim. Yalan söyledim anne Dizim acımıyordu Ama sol yanım çok acıyordu anne.. Bu gün ben de saçım örülsün istedim, babam ördü ama onunki gibi olmadı. Dantel yaka istedim.. Babam Ben bi

Beş Maymun Hikayesi

Bir gün bilim adamlarının kafalarına esmiş, çok enteresan bir deney yapmışlar... Önce bir kafesin tavanına bir hevenk muz asmışlar. Sonra bu kafese hiçbir şeyden habersiz beş zavallı maymuncuğu doldurmuşlar. Muzu gören maymunların gözleri parlamış tabii. Hemen birisi atılmış, kafesin tellerine tırmanarak muza doğru seğirtiyormuş ki... dışarıdan tazyikli su tutarak maymunu aşağı indirmişler. Gariban, başına ne geldiğini pek anlamamakla beraber paldır küldür yere inmiş. Derken öbürü atılmış muza, tabii onu da ıslatmışlar hemen. Öbürü, öbürü ve hepsi aynı şekilde ıslatılmışlar böylece. Ve sonuçta, tavanda sallanan enfes muzlar ve onları almaya cesâret edemeden altında bekleyen beş ıslak maymundan müteşekkil bir manzara çıkmış meydana. Ardından ıslak maymunlardan biri kafesten çıkartılıp, yerine bir kuru maymun koyulmuş. Yeni gelen, tavanda sallanan güzelim muzları görür görmez atılmış hâliyle. Öbürküler tecrübeliler tabii. Hemen yakalayıp alaşağı etmişler kuru maymunu. Sonra da belki ders

Cırcır Böceği

Bir gün new yorkta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızılderilidir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü, araçların korna sesleri arasında ilerlerken kızıldereli kulağına cır cır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bu gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam eder. kızıldereli caddenin karşısına doğru yürür arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cır cır böceği bulurlar. Arkadaşı kızıldereliye senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl duydun diye sorar, kızıldereli ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler. Kaldırıma geçerler ve kızıldereli cebinden çıkardığı bozuk

Taş

Zengin bir adam mersedes arabası ile şehirdeki dar bir yoldan geçiyordu. Birden, yoluna aniden fırlayarak elindeki taşı arabasına atan bir çocuk gördü. Kapısına çarpan taşın sesi ile ani fren yapınca, arabası kaldırım taşına çarparak durabildi. Adam öfke ile arabadan fırlayıp, taş atan çocuğu kolundan tutarak sarsmaya ve "Sen ne yapıyorsun serseri, bak arabamı ne hale getirdin" diyerek bağırmaya başladı. Üzgün ve suçlu tavır içindeki çocuk "Amca lütfen kızma, sizden önce geçen arabalara durmaları için işaret ettim, arabaların hiç biri durmayınca, sizin arabaya taş attım" dedi. Ve, gözyaşları içinde, kenarda devrilmiş duran bir tekerlekli özürlü arabasını ve o arabadan düşerek yerde yatan birisini göstererek "Ağabeyim yürüyemiyor, onu tekerlekli arabası ile gezdirirken, kayıp devrildi. Ağabeyim yere düştü, kaldırmaya gücüm yetmedi, gelen geçen kimse de yok, siz onu yerden kaldırıp tekerlekli arabasına tekrar oturtmama yardım edermisiniz" dedi.. Zengin adam,

Hamal

Eski zamanlardi. Yollarin olmadigi zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çogu kimse; ki, ayni yüke talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu... Ister gerçek bir zaman dilimi oldugunu varsayin bunun; isterseniz, zihnimin yansidigini düsünün, önünüzdeki kagida, fark etmez...) Hamalsan... Iki sey önemli oluyor senin için; Yük, ve yol... Bu mesafeyi asabilirsen ancak sirtina aldigin yükle, ücret mevzubahis oluyor. Aksi olursa; cereme çekiyorsun! Bunu düsünüyordum. Yanimdaki hamalla yola çiktik... Ihtiyardi. Kendinden büyük bir yük almisti. Benim sirtimda ise birkaç bavul vardi sadece, onunkinin çeyregi... Diyordum ki içimden; "Çok gitmeden kivrilirsa titreyen bacaklari, yüklenirim sirtindaki yükün yarisini!.." Nitekim, çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!.." Ne molasi, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!.." Sözüme aldirmadi. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini; "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canim sikilmisti bu ise. Genç old

Yarım Kalmış Umutlar

Eşimle birlikte önünden geçtiğimiz büyük bir alışveriş merkezinin vitrinindeki “Boşaltıyoruz" yazısını görünce, eşimi unuttum kendimi merkezin spor eşyalar bölümüne atıverdim birden. Eşim arkamdan her zamanki "huysuz koca" tavrıyla seslendi: "Hiçbir şeye gereksinimimiz yok ki" dedi. "Hepsi pahalı, ıvır zıvır eşyalar. Zaten iyi birşey olsalardı, koskoca merkezi kapatmak zorunda kalmazlardı."

Gece Yarısı

Yıllar sonra çocuk evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. Birgün, gecenin bir yarısı saat 3:30 civarları telefonu çalmış. Telefondaki ses, annesinin sesiymiş çocuk; - Ne var Anne, ne istiyorsun bu saatte, neden beni rahatsız ediyorsun ? Sabah arasan olmaz mıydı gibilerinden, annesini azarlayıcı sözler sarfetmiş. Annesi, biraz buruk, biraz da ağlamaklı bir ses tonu ile; Bundan 25 yıl önce de bir gece yarısı 3:30 da sen beni rahatsız etmiştin. " DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN OĞLUM " demiş...

Kahve Patates ve Yumurta

Bir zamanlar, her seyden sürekli sikayet eden; her gün hayatinin ne kadar berbat oldugundan yakinan bir kiz vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savasmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çikiyordu karsisina. Genç kizin bu yakinmalari karsisinda, meslegi asçilik olan babasi ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfaga götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayinca, bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve ekirdeklerini koydu. Daha sonra kizina tek kelime etmeden, beklemeye basladi. Kizi da Hiçbir sey anlamadigi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsilasacagi seyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabirsizdi ki, sizlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya basladi. Babasi onun bu israrli sorularina cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altindaki atesi kapatti. Birinci cezveden patatesi çikardi ve bir tabaga koy

Yoldan Güzel Geçmek

Bir kral halki için genis bir yol yaptirmaya karar verdi. Yapimi tamamlanan yolu halka açmadan önce, hatırlarda kalacak bir yarisma düzenlemeyi istiyordu. Isteyenin bu yarismaya katilabilecegini ilan ettikral, yoldan en güzel geçecek kisiyi belirleyecegini söyledi. Yarisma günü, insanlar akin ettiler. Bazilari en güzel arabalarini, bazilari en güzel elbiselerini getirmisti. Kadinlardan kimileri saçlarini en güzel biçimde yaptirmisti, kimi de yanlarinda en güzel yiyecekleri getirmisti. Gençlerden bazilari spor kiyafetler içinde yol boyunca kosmaya hazirlaniyordu. Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanina döndüklerine hepsi ayni sikayette bulundu; Yolun bir yerinde büyükçe bir tas ve moloz yigini vardi ve bu moloz yigini yolculugu zorlastiriyordu. Günün sonunda yalniz bir yolcuda bitis çizgisine yorgun argin ulasti. Üstü basi toz, toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygiyla yönelerek, altınla dolu bir torba uzatti ve: "Yolculugum sirasind

Fark Edilmez

Bir zamanlar, komşu iki ülke amansız bir rekabete tutuşmuştu. Ülkelerden birinin halkı, karşı tarafa kendi ülkelerinin zenginliğini kesin bir şekilde göstermek istiyordu. Kolay, ama etkileyici bir şey yapılmalıydı; bunun için şehrin ortasına büyük bir havuz yapılmasina karar verildi. Gece herkes bir kova süt getirecek ve bu havuza dökecekti. Herkese bu fikir cazip gelmişti. Herkes, kararlaştırılan gece götürdüğünü havuza boşalttı. Ne var ki, sabah olduğunda, ortada içi süt ile değil, dupduru su ile dolmuş bir havuz vardi. Çünkü herkes, ayni sekilde düsünmüstü: Bu kadar insan içinde yalnız ben, süt yerine bir kova su döksem ne fark eder ki? Kim fark eder ki ? Bilge, kitabinda bu olayı anlattiğı sayfaya kendi notunu da düşmüştü : Hayatın içinde, "fark etmez" veya "fark edilmez" denilen hiçbir şey yoktur.

Hayatın İyi Tarafı

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu birşey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, "Bu adam, bu halde nasıl bu kadar iyimser olabiliyor" diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa, "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep... "Bomba gibiyim". Jerry bir doğal motivasyoncuydu. Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni. Bir gün Jerry'ye gittim; "Anlamıyorum" dedim, "Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun, nasıl başarıyorsun bunu?". "Her sabah kalktığımda kendi kendime, Jerry bugün iki seçimin var, Havan ya iyi olacak ya kötü derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var; Kurban olmak ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi

Rüya Tabircisi

Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur. Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar: "Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle." Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla: "Şerdir, Padişahım" der. "Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz." Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer: "Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!" Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar: "Hayır mıdır, şer midir?" der. İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır: "Hayırdır,

Kurbağa Misali

Günlerden bir gün kurbağa yarışı düzenlenmiş!!! Hedef yüksek bir kulenin tepesiymiş... kalabalik onlari görmek ve alkişlamak için toplanmiş. Yariş başlamiş aslinda kimse onlarin tepeye varacaklarina inanmiyormuş... ve şöyle konuşuyorlarmiş aralarinda ; « boşuna !!! nasil olsa başaramayacaklar... » kurbağalar yavaş yavaş cesaretlerini kaybetmeye başlamişlar yalniz bir tanesi bütün gücüyle tirmanmaya devam ediyormuş... ve insanlar konuşmaya devam ediyorlarmiş « hakikaten yazik !!! nasil olsa tepeye varamayacaklar !... » ve kurbağalar yenilgiyi kabullenmek zorunda kalmişlar...bir tanesi hariç ! o, bütün koşullara rağmen devam ediyormuş...... sonuçta, o bir tanesi hariç,hepsi yarişi terk etmişler... o ise kulenin tepesine tek başina çikabilmiş... herkes şaşkinlik içinde bunu nasil başardiğini merak etmiş ! içlerinden bir tanesi ona yaklaşip bu yarişi nasil tamamladiğini sormuş... ve görmüş ki....... o sağirmiş !!! ...siz siz olun negatif duygular taşima alişkanliği olan insanlari dinlemeyi

Akıl ve Para

New York'ta bir bankanin onunde duran son model Rolls Royce otomobilden inen adam, hizli adimlarla bankaya girdi ve onune cikan ilk gorevliye, bireysel kredi icin basvuruda bulunmak istedigini soyledi. Gorevli onu, musteri temsilcisine goturdu. Adam, cok acele bir is icin Avrupa'ya gitmek zorunda oldugunu ve bu nedenle bir hafta vadeli bes bin dolar krediye ereksinim duydugunu soyledi. Musteri temsilcisi kisa bir arastirma yaptiktan sonra dondu. "Ticari ve mali sicilinizi inceledik. Bu krediyi almaniz icin bir engeliniz yok" dedi ve ekledi: - Fakat bir konuyu belirtmeliyiz. Bizim bankamizla daha once hic calismamissiniz. Banka olarak sizi resmen tanimiyoruz. Bu nedenle, soz konusu krediyi verebilmemiz icin karsiliginda sizden bir teminat almak zorundayiz. Adam cebinden Rolls Royce'un anahtarini cikardi, bankanin musteri temsilcisine uzatti: "Cok acelem var, ucaga yetisecegim, kapidaki Rolls Royce'umu teminat olarak alabilirsiniz" dedi. Kredi islemler

Son Yorumlar