Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bir Bilgeye Sormuşlar

Bir bilgeye sormuşlar: "Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz? "Terzimi severim," diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar: "Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı? Neden terzi?" Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş: "Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler. ************ Bir bilgeye sormuşlar: - Bir insanın zekasını nereden anlarsınız? - Konuşmasından. - Ya hiç konuşmazsa? - O kadar akıllı insan yoktur ki!.. ************ Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar, "Deneyim" demiş. O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar "Hatalarımla" demiş ************ Bir bilgeye sormuşlar: Efendim canınız ne istiyor? Bilge cevaplamış: Canım hiçbir şey istememeyi istiyor.. ve devam etmiş.. Bu ruh halinin

Çocuk gözüyle bakabilmek

Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapisanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapisaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında yanında götürdü ancak hapisane kurallarına göre özgürlügü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kagıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı... Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu,o da "üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı? Küçük kız babasına eğilerek,sessizce:" Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!....."

Direnç Kaybı

Sabah sol gözümde bir agri ve biraz kanla uyandim. Ögleden sonra solugu doktorda aldim. Dünya tatlisi bir doktor. Ilk bakista çözdü derdimi. "Direnç kaybina bagli iltihaplanma..." "Sorun gözünde degil aslinda..." dedi doktorum. ".... baktigin yerde .....Hep karanliga bakmaktan feri sönmüs gözlerinin. Yilgin düsmüssün. Yorgunluk mikrobu, seni gözünden vurmus". Bu teshisin ardindan öyle bir reçete yazdi ki dostlar basina: "Pozitif düsüneceksin. Hayata simsiki sarilacaksin. Isinden kafani kaldirip sevdiklerinle vakit geçireceksin. Kendine yeni heyecanlar yarat. Sev, ki hücrelerin yenilensin. Sana enerji vermeyecek hiç kimseyle de birlikte olma..." CAN DÜNDAR

Kişilik

Yıl 1982 ... Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun 2. sınıf öğrencileri, Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyor. Sınıf, öğrencilerin patırtısıyla yıkılıyor... Sert görünümlü hoca kapıda belirir. Sınıfa kızgın bir bakış atıp kürsüye geçer. Tahtaya ‘ Bakın’ der. ‘ Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…’ 1 kocaman bir (1) rakamı çizer. Sonra (1)’in yanına, ‘ Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar.’ Bir (0) daha… ‘ Bu tecrübedir. (10) iken,(100) olursunuz.’ 10 100 bir (0) koyar. Sıfırlar böyle uzayıp gider : Yetenek... Disiplin... Sevgi… Eklenen her yeni (0)’ın, kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatır hoca… Sonra, eline silgiyi alıp, en baştaki (1)’i siler. Geriye bir sürü sıfır kalır. Ve hoca yorumu patlatır : ‘ kişiliğiniz yoksa, öbürleri sıfırdır ! ‘ 000000

Üç Heykel

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri b

Kumdan Kale

Bir yaz günü, plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum. Her ikisi de, deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu. Her şey, bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü. Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum. Ama çocuklar beni şaşırttı. Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler. Çocukların , o anda bana önemli bir ders öğrettiklerini fark ettim. Yaşamımızdaki her şey, yaratmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf ettiğimiz her karmaşık yapı , aslında kumdan yapılmışlardır. Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir. Er ya da geç, bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir. Böyle bir durum karşısında, sad

Bakış Açısı

Iki sapka üreticisi sirket ise yeni aldiklari iki pazarlamaci delikanliyi Afrikaya göndermisler. Birinci delikanli kisa süre sonra merkeze su mesaji göndermis : -Burada kimse sapka giymiyor. Satis olasiligi yok.? ikinci delikanlinin mesaji söyleymis : -Burada kimsenin sapkasi yok. Satis imkani çok...?

Hazır Cevap

Sokrates... Filozof Sokrates ve esi bir turlu iyi gecinemezlermis. Bir gun esi Sokrates'e verip veristirmis, agzina geleni soylemis. Bakmis kocasi hicbir tepki gostermiyor, bir kova suyu alip basindan asagi bosaltmis. Sokrates: "Bu kadar gök gurultusunden sonra bir sagnak zaten bekliyordum" demis. Shaw ve Churchill... Bernard Shaw ile Churchill hic gecinemez ve sik sik birbirlerini ignelermis. Bernard Shaw, oyununun ilk gecesinde, oyuna Churchill'i davet etmiş ve iki davetiyeye de bir pusula ilistirmis: "Size iki davetiye gonderiyorum. Bir dostunuzu alip gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa." Churchill lâfın altında kalır mi, hemen cevap gondermis: "Maalesef o gece baska bir yere soz verdigim icin oyununuzu seyretmeye gelemeyecegim. Ikinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece oynarsa." Eflatun... Bir gun Eflatun, talebelerinden birini kumar oynarken yakalamis ve siddetle azarlamis. Talebesi: "Iyi ama ben cok az bir parasina oynuyordum&

Oğlum ve Ben

Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişmem gereken uçaklar ve ödenmesi gereken faturalarla meşguldüm. Ben uzaklardayken yürümeyi öğrendi. Konuşmayı da öyle. Ve biraz büyüdüğünde, "Senin gibi olmak istiyorum baba" demeye başladı. "Ben de büyüyünce senin gibi olacağım." İşyerine telefon açıp, "Baba, eve ne zaman geleceksin?" diye sorardı ikide bir. "Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde birlikte güzel bir vakit geçireceğimizden emin olabilirsin."Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum on yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım. "Top için teşekkürler baba!" dedi, "Haydi oynayalım." "Bu hafta sonu tamamlamam gereken isler var" dedim. "Bugün olmaz, haftaya, tamam mı?" "Tamam" dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi. "Büyüyünce baba" dedi, "ben de senin gibi olmak istiyorum." Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra üniversiteden mezu

Konferans

Profesör konferans salonuna gelmiş. Ön sırada oturan bir seyis dışında başka kimse yokmuş. Sunusunu aktarma konusunda bocalamış ve seyise sormuş: Buradaki tek kişi sizsiniz. Size göre konuşmalı mı, yoksa konuşmamalı mıyım?" Seyis cevap vermiş: "Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan çok fazla anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim." Bu sözlerden pek etkilenen Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş. Konferanstan sonra kendini mutlu hissetmiş. Dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylayacağını düşünerek: "Konuşmayı nasıl buldun?" diye sormuş. Seyis cevap vermiş: "Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelip biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım."

Dostluk

Bir zamanlar oldukça kırıcı karaktere sahip bir çocuk vardı. Bir gün babası çocuğa bir çuval dolusu çivi vererek, her sinirlendiğinde ya da birisiyle münakaşa etmek durumuna geldiğinde pahçe çitine bir çivi çakmasını söyledi. Birinci gün çocuk bahçe çitine tam 37 çivi çaktı. İlerleyen haftalar içinde çocuk, kendisini kontrol etmeyi öğrenmeye başladı ve bahçe çitine çaktığı çivi sayısı hergün azalmaya başladı. Sonunda çocuk, her sinirlendiğinde bahçe çitine çivi çakmanın onu rahatlattığını ve kendisini kontrol etmesini kolaylaştırdığını farketti. Ve nihayet çocuğun bahçe kapısına çivi çakmaya ihtiyaç duymadığı gün geldi. Hemen babasına gitti ve bugün bahçe kapısına hiç çivi çakmadığını söyledi. Babası ona bu kez de, pahçe kapısına çakığı çivilerden her gün bir tanesini sökmesini söyledi. Çocuk sevincini ve kızgınlığını kontrol etmeyi başarmıştı.. Uzun günler sonra çocuk babasına gelerek pahçe kapısındaki tüm çivileri söktüğünü söyledi. Babası oğlunu bahçe kapısının önüne götürüp dedi ki

Eve Dönüş

Bu, Vietnam'da savaşan ve sonunda evine dönecek olan John adında bir askerin hikayesidir. John evine gitmeden önce, San Francisco'da bulunan anne Babasına telefon açtı." Sevgili anne ve babacıgım, sonunda eve geliyorum ama birşey sormak istiyorum. Bir arkadaşımı da beraber eve getirebilir miyim? "Tabii ki " diye cevapladılar. "Onunla tanışmaktan mutluluk duyarız". Ama bilmeniz gereken birşey var" diye John devam etti," o savaşta ağır yaralandı. Kara mayınına bastı ve kolu ile bacağını kaybetti.Başka gidecek hiçbir yeri yok. Onun bize gelmesini ve bizimle yaşamasını istiyorum". " Bunu duyduğuma çok üzüldüm oğlum, belki kalacak başka bir yer bulması için ona yardımcı olabiliriz" "O hayır , onun bizimle yaşamasını istiyorum " "Oğlum," dedi babası, "sen ne istediğinin farkında değilsin. Böyle büyük bir sorunu olan birisi bizi çok rahatsız eder. Bizim kendi hayatımız var ve böyle farklılığa izin veremeyiz.Ben

Hayat Satrancı

Genç bir adam kendi yöresinde çok tanınan bir bilgenin yanına gitti. Derdi biraz farklıydı. Genç yaşında hep başarı kazanmıştı. Babasından devraldığı küçük işi hızla büyütmüş, zengin olmuştu. Çevresindeki herkes ona saygı gösteriyordu. Düşmanı yoktu. Evlilikleri başarılı olmuş, çok genç yaşlarda başlayarak birkaç kez baba olmuştu. Ve genç adamın derdi de buradan sonra başlıyordu. Bu kadar erken başarı, çok başarı, çok sayılmak yüzünden bütün çevresindeki insanları "küçük" görmeye başlamıştı. Genç adam için "önemli" hiçbir iş, hiçbir insan, hiçbir durum kalmamıştı. Hiçbir konuşmayı birkaç dakikadan fazla dinleyemiyor, okumaya başladığı herşeyi birkaç dakika içinde elinden bırakıyordu. Bilge kişi genç adamı uzun uzun dinledi. Genç adam anlattıkça anlattı.Sonra da bilge kişi sordu: "Yaparken zevk aldığın, her şeyden daha fazla ilgini çeken hiçbir şey yok mu?" Genç adam bir süre düşündü ve cevap verdi: "Satranç..." dedi, "Ama satrancı da çok iyi

Bahçe

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekini için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti. "Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan, bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler Baban." Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı: "Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David." Ertesi gün sabaha karşı 04.00'te FBI ve yerel polis çıkageldi ve bütün araziyi kazdı. Lakin hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı. "Babacığım, Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım." Sevgiler David."

Mezuniyet

Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..."Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..."Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..." Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi k

Kitap

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona. Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki,ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsılıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim Olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı: "Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum,sizi

Gerçek Sevgi

Bir gün sormuslar ermislerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle,onu yasayanlar arasinda ne fark vardir?" diye Bakin göstereyim demis, ermis. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememis olanlari çagirmis, onlara bir sofra hazirlamislamir. Hepsi oturmuslar yerlerine. Derken tabaklar içinde sicak çorbalar gelmis ve arkasindanda dervis kasiklari denilen bir metre boyunda kasikar. "Ermiş bu kasiklarin ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de sart koymus. Peki demisler ve içmeye baslamislar. Fakat o da ne? Kasiklar uzun geldiginden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar agizlarina. En sonunda bakmislar beceremiyorlar, öylece aç kalkmislar sofradan. Bunun üzerine simdi demis ermis, sevgiyi gerçekten bilenleri çagiralim yemege. Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmis oturmus sofraya bu defa. "Buyurun" deyince,her biri uzun boylu kasiklari çorbaya daldirip, sonra karsisindaki kardesine uzatarak içirmis. Böylec

Piyanist

Meşhur piyanist Arthur Rubinstein konserlerinden birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş. Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış. Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş: “Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum ama inanın benim ellerimde, sizinkiler kadar yorgun.” Arthur Rubinstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza; “Alkışlamaktan..” demiş küçük kız..

İki Damla Yağ

Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış. Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış. Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. “Ama, sizden bir ricada bulunacağım,” diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dola

İki Tamirci

Dünyanin en unlu kalp doktoru Mehmet Öz'ün arabası bozulmus, arabasini tamire goturmus. Tamirci arabasinin kaputunu acmis ve Mehmet Öz'e donerek: Size bir sey soracagim.Nerede ise ben ve siz ayni isleri yapiyoruz. Mesela ben simdi itina ile kaputu acacagim bir bakista problemin nerede oldugunu anlayacagim, kapakciklari temizleyecegim, gerekirse kablolari, motor yagini degistirecegim, hatta cok gerekli ise motoru cikarip yerine yenisini takacagim. Soylesenize nasil oluyorda siz milyon dolarlar kazaniyorsunuz ama ben metelige kursun atiyorum? Bunun uzerine Mehmet Öz tamircinin kulagina egilmis ve soyle demis: Bunlarin hepsini motor calisiyorken yapmayi denesene !!!

Son Yorumlar