Ana içeriğe atla

Kayıtlar

yol etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Yolunu değiştirmeden gittiğin sürece ne kadar yavaş gittiğinin bir önemi yoktur

Yolunu değiştirmeden gittiğin sürece ne kadar yavaş gittiğinin bir önemi yoktur. -  Konfüçyüs

Yazı Tura

Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir, Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak "Simdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak" der. Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, "Kimse kaderi değiştiremez der.  Bunun üzerine "Haklısın" der komutan, üzerine iki tarafı da tura olan parayı göstererek. 

İyiye giden yol, çok güç görünüyorsa da bulunabilecek bir yoldur

İyiye giden yol, çok güç görünüyorsa da bulunabilecek bir yoldur. - Baruch Spinoza

Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez

Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez. - La Fontaine

Uzaklaşan Kalpler

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.

Ben Yolcuyum

Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.  Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: "Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz, Onlar nerede?"

İhtiyar Adam ve Atı

Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. 'Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın' demişler. İhtiyar 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. 'Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.' Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer

Hero ile Leandros

Çok eski zamanlarda, bugün bizim Çanakkale Boğazı dediğimiz Hellaspontos'un Avrupa kıyısında, Sestos adını taşıyan bir şehir bulunuyordu. Bu şehir surları arasında Aphrodite için yapılmış büyük bir tapınak vardı. Bu tapınakta Hero adında çok güzel bir rahibe vardı, bu rahibe güzelliği ile dillere destan olmuştu. Aphrodite mabedindeki kumrularla ilgilenen Hero'yu görenler onu Aphrodite'in kendisi zannederlerdi.

Otuz Kuş

Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş.  Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yı

Küçük Kuş

Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörüydü. 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş. Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: "Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış. Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına

Bu Belki Son Günündür

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim. Adam b

Yardım

Sundar Singh, bir gün arkadaşıyla beraber birlikte Himayalar yükseklerinde bir geçitten geçiyormuş. Yüksekçe bir yerde karlar üzerinde yatan bir adam görmüşler. Singh durup bu perişan durumdaki insana yardım etmek istemiş, fakat arkadaşı itiraz ederek , “Ona yardım edersek kendi hayatımızı riske atarız,” demiş. Ancak Sundar Singh ‘in bu çaresiz adamı kar ve buzlar içerisinde bırakıp gitmeye gönlü razı olmamış. Arkadaşı tek başına uzaklaşıp giderken Singh, bu biçare yolcuyu sırtına almış ve büyük bir güç sarf ederek taşımaya başlamış. Sonra Singh’den yükselen ısı, donmakta olan yolcunun bedenini ısıtmış ve adam kendine gelmiş. Tabii yolcuyu taşırken Singh’in kendisi de ısınmış. İkisi de tehlikeyi atlatıp ısındıktan sonra yan yana yürümeye başlamışlar. Singh’in önden yürüyüp giden arkadaşına yetiştiklerinde onun ölmüş olduğunu görmüşler. Singh “olumlu” düşünerek ve düşüncesini uygulayarak yolcuyu kurtarmaya çalışırken hem onun hayatını hem de kendi hayatını kurtarmış olmuş. Ayşe Nur Yazı

Işığı yanan ev

Misafir olduğum ev tren istasyonunun hemen yanındaydı. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: “Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim. Hacıanne:”Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra gelecek, onu bekliyoruz” dedi. Merak ettim, tekrar sordum:”Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?” Hacıanne: “Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Geldiğinde, “ışığı yanan bir ev“ bulsun diye bekliyoruz.”

Yardım

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış: “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!” Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş: “Eğer anlatırsan, demiş bedevi, Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”

Akıl

Bir gün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış: - Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış. Her kim o okula giderse orada akıl öğretiliyormuş. Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş. Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış: - Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey duymamıştım. Bir insan akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç? Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür? Bu adam çok zengin olduğu için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası varmış ki, istese kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına devamlı şöyle diyormuş: - Şükürler olsun çok paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız. Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz. Çocuklarından biri ise, babasının bu düşüncesine katılmıyormuş. Devamlı: - Babacığım, okumak gibisi var mıdır? diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın alamayız. Buna kimsenin de güc

Köpekbalığı

Japonlar taze baligi hep cok sevmislerdir. Fakat japonya sahillerinde bol balik bulmak mumkun olmamaktadir. Balikcilar, Japon nufusu doyurabilmek icin daha buyuk tekneler yaptirip daha uzaklara acilabilmislerdir. Balik icin uzaklara gidildikce, geri donmesi de daha cok vakit alir olmustur. Donus bir - iki gunden daha uzarsa, tutulan baliklarin da tazeligi Kaybolmaktadir. Japonlar tazeligi kaybolmus baligin lezzetini sevmemislerdir. Bu problemi cozebilmek icin balikcilar teknelerine soguk hava depolari kurdurmuslardir. Boylece istedikleri kadar uzaga gidip, tuttuklarini da soguk hava deposunda dondurulmus olarak saklayabileceklerdi. Ancak Japon halki taze ile donmus balik lezzet farkini hissedebiliyor ve donmus olanlara fazla para odemek istemiyorlardi. Balikcilar bu defa teknelerine balik akvaryumlari yaptirdilar. Baliklar iceride biraz fazla sikisacaklardi, hatta, birbirlerine carpa carpa birazda aptallasacaklardi, ama yine de canli kalabileceklerdi. Japon halki canli olmasina ragmen

Karga ile Leylek

Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ´yabancı´yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... ... O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin ´arıza´larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine

İki Sevgili

Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan Ismail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kizakaptirir gönlünü. Iki sevgili parmaklarina nisan yüzügü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. Ismail Türe denizaltida muhabere subayi olarak görevlidir çünkü. Üstegmenin aklina harika bir fikir gelir; nisanlisina isikli mors alfabesini ögretecek, Çanakkale'den geçis yapacaklari geceyi planli oldugu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleseceklerdir. Bogazi yüzeyden geçmekte olan denizaltinn kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarindan birinin heyecanli oldugu her halinden belli olmaktadir. Gelibolu kiyilarina geldiklerinde, karanlik içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanip söndügü görülür: "Seni seviyorum..." Arkadaslari gülümseyerek Ismail Türe'ye bakarken, genç asik elindeki fenerle sevgilisine karsilik vermektedir... Bu olaydan sonra iki sevgilinin aski düsmez olur denizalticilarin dillerinden. Herkes,

Bir Taksi Yolculuğu

Yirmi yıl önce geçimimi taksicilik yaparak kazanıyordum. Bir keresinde, saat sabaha karşı 02.30'da bir yolcu aldım; adrese vardığımda, giriş katındaki bir pencerede görülen tek ışığın dışında bütün bina kapkaranlıktı. Bu şartlar altında, çoğu taksi şoförü bir iki sefer korna çalar, bir dakika bekler, sonra çeker giderdi. Fakat ben, taşıma aracı olarak yalnızca taksiye bağlı pek çok fakir insanla karşılaşmıştım. Eğer etrafta tehlike kokusu yoksa, her zaman kapıya giderdim. Bu yolcu belki de benim yardımıma ihtiyaç duyacak biridir, diye düşünürdüm kendi kendime. Onun için kapıya gittim ve çaldım, "Bir dakika", diye yanıt verdi zayıf, yaşlıca bir ses. Yerde birşeyin sürükleyerek çekildiğini duyabiliyordum. Uzun bir aradan sonra, kapı açıldı. Önümde 80'li yaşlarında, ufak tefek bir hanım duruyordu. Sanki 1940'ların filmlerinden çıkmışçasına, emprime bir elbise giymişti ve başına da ön tarafına tül tutturulmuş yuvarlak bir şapka takmıştı. Yanında küçük, plastikten bir

Karga ile Leylek

Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ´yabancı´yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... ... O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin ´arıza´larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar ü

Son Yorumlar