Ana içeriğe atla

Kayıtlar

etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sen Uyurken

Sevgili çocuğum, seni uyurken seyretmek, nefes alışını duymak için sessizce odana girdim. Gözlerin kapalı, huzur içindesin. Sarı buklelerin melek yüzünü çerçeveliyor. Bir kaç dakika önce çalışma odamda çalışırken birdenbire içimin sıkıldığını fark ettim. Dikkatimi işime veremedim ve bu yüzden sessizce seninle konuşmak üzere odana geldim. Bu sabah, yavaş giyindiğin için sabırsızlanıp, Sana söylendim. Yemek fişini kaybettiğin için seni azarladım ve kahvaltı ederken gömleğine süt döktüğün için sana sert sert baktım.

Bu Belki Son Günündür

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim. Adam b

Püf Noktası

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: - Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta, - Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve, - Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim. Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığınd

Susmak

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir oda

Terzi

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini. Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan

İplik ve İğne

Birgün padişahın huzuruna bir adam getirmişler. Adamın bir hüneri varmış. 100 adım öteden fırlattığı ipliği, 100 adım ötedeki iğnenin deliğine geçiriyormuş. Bunu başarmak tam 40 yılını almış. Padişah "Göster bakalım hünerini" demiş. Adam iğneyi bir sehpaya saplamış, sonra 100 adım geri gitmiş ve ipliği fırlatmış. İplik iğnenin deliğinden geçmiş. Padişah "Tekrarla, tesadüf olmasın yoksa" demiş. Adam tekrarlamış, gene isabet. Padişah tam 10 kere tekrarlatmış, 10'unda da iplik hedefi bulmuş. Padişah veziri çağırmış, "Şu adamı ödüllendirin. 100 altın verin, 100 de sopa vurun" Adam "Aman padişahım bu nasıl ödül" demiş.. Padişah da " 100 altın hünerin için, 100 sopa da böyle lüzumsuz bir işe yıllarını harcadığın için" demiş.

Basit

Bir ormanda iki kisi agaç kesiyormus. Birinci adam sabahlari erkenden kalkiyor, agaç kesmeye basliyormus, bir agaç devrilirken hemen digerine geçiyormus. Gün boyu ne dinleniyor ne ögle yemegi için kendine vakit ayiriyormus. Aksamlari da arkadasindan bir kaç saat sonra agaç kesmeyi birakiyormus. Ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya basladiginda eve dönüyormus. Bir hafta boyunca bu tempoda çalistiktan sonra ne kadar agaç kestiklerini saymaya baslamislar. Ikinci adam çok daha fazla agaç kesmis. Birinci adam öfkelenmis: "Bu nasil olabilir? Ben daha çok çalistim. Senden daha erken ise basladim, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla agaç kestin. Bu isin sirri ne?" Ikinci adam yüzünde tebessümle yanit vermis: "Ortada bir sir yok. Sen durmaksizin çalisirken, ben arada bir dinlenip baltami biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok agaç kesilir."

Seçim

Fransa'da, ağır isçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk isçiye yaklaşır ve sorar : "Ne yapıyorsun?" "Nesin sen, kör mü?" diye öfkeyle bağırır isçi." Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi biraraya yıgıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter." Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci isçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar : "Ne yapıyorsun?" İşçi cevap verir : " Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalısıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi." Biraz cesaretlenen görevli üçüncü isçiye doğru ilerler. "Ya sen ne yapıyorsun?" diye sorar. "Görmüyor musun?" der isçi kollarını göky

Köprü

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı. Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi : - "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak i

Seçenek

Michael herkesin imrendigi biriydi. Her zaman neseliydi ve çevresine hep olumlu seyler söylerdi. Birisi ona nasil oldugunu sordugunda: 'Daha iyi olamazdim' diye yanitlardi. Dogal bir motivatördü. Eger çalisanlardan birisi isyerinde kötü bir gün geçirmisse, Michael, ona, durumun olumlu taraflarina bakmasini söylerdi. Michael'in bu tarzi beni çok meraklandirdi, ve bir gün Michael'a gidip sordum; 'Anlamiyorum! Her zaman nasil bu kadar pozitif biri olabiliyorsun? Bunu nasil yapiyorsun? Michael yanitladi:'Her sabah kalktigimda kendime diyorum ki: 'Bu gün iki seçenegin var: ya iyi bir ruh halinde olabilirsin ya da kötü bir ruh halinde, seçimini yap. Ben de iyi bir ruh halinde olmayi tercih ediyorum. Kötü bir sey oldugunda, ya kendimi kurban olarak görebilirim ya da bu durumdan bir sey ögrenebiliri m. Ben de bir sey ögrenmeyi tercih ediyorum. Ne zaman birisi bana derdini anlatsa, onu sadece dinleyebilir, ya da hayatin olumlu taraflarini gösterebilirim. Ben de ikinc

Kavanozdaki Taşlar

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine "Hadi, küçük bir deney yapalım" demiş. Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş. Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş: "Kavanoz doldu mu?" Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş. "Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu elip alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.. Yeniden sormuş öğrencilerine: "Kavanoz doldu mu?" İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler. "Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altında bu kez de bir kova dolusu kum çık

Çanta

Genc yonetmen yeni filmi icin yuzu duzgun, kamera karsisinda rahat, dus gucu geliskin bir kadin oyuncu ariyordu.Gazeteye ilan vererek adayları davet etmisti. Gun boyu pes pese girdigi mulakatlardan yorgundu. O, kendine yeni bir kahve koyarken, siradaki oyuncu adayini iceri aldilar. Alimli genc kiz, yuzunde merakli bir tebessumle deneme kamerasinin karsisına oturdu ve yonetmenle sohbete basladi. Adi Emile Muller'di. Kisa hasbihalden sonra yonetmen degisik bir sey denemis olmak icin "Cantanizi acip bana icindekileri birer birer anlatir misiniz?" dedi. Genc kiz arkadaki cantaya uzandi. Fermuvarini acti. Once eline gelen iri kirmizi elmayı cikarıp anlatti: "Bu elmayi sabah tezgah basinda meyvelerini parlatirken gordugum manav hediye etti. Cok istahli bakmis olmaliyim." Sonra bir kitap cikardi. Henuz kitabın ilk sayfalarında oldugunu ve okudugu satirlardan cok etkilendigini anlattı. Romanin bas kahramaninin dalaverelerinden soz etti. Ardından bir gazete cikardi: Is a

Ustalık Bedeli

Bir fabrikada imalat hattindaki cok önemli olan ana makinalardan biri arizalaninca fabrikadaki tüm üretim de durdu. Mevcut teknisyenler makineyi calistirmak icin cok ugrastilar, ancak ne yaptilarsa nafile, bir türlü basaramadilar. Sonunda disaridan uzman cagirdıiar. Uzman gelip makineyi inceledi. Durumuna baktı. Sonra cantasından bir çekiç çıkardı. Elinde çekiçle makineye yaklaştı. Makinenin belli bir noktasına elindeki çekiçle dikkatlice sert bir vuruş yaptı. Makine hemen çalışmaya başladı ve hiçbir arıza olmamış gibi devam etti. Fabrika tekrar harekete geçti. Uzman fabrikadan ayrıldıktan iki gün sonra faturasını gönderdi : "Hizmet bedeli karşılığı 1.000 USD (bin dolar)" Fabrika müdürü bu faturaya cok kizdi. Tepesi attı ve bir cekic darbesi icin bin dolari çok buldu. Uzmandan ayrıntılı fatura göndermesini istedi. Uzmandan bir gün sonra asagidaki ayrintili fatura geldi : Makineye cekicle vurma bedeli.............. 1 $ Nereye vuracagini bilme bedeli............... 999 $ Toplam

Beni sever misin?

Iceri girer girmez neseyle bagirdi: - Anne biliyor musun bugun yuvada ne oldu? - Gormuyor musun ? Telefonla konusuyorum. Hic kimsenin sevdigi sey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babasi arabayi seviyordu. Hersey erteleniyordu telefon ve araba sozkonusu oldugunda... Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hic yer kalmiyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapatti telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Kosarak yanina gitti: -Sana yardim edeyim mi ? dedi en sevimli halini takinarak, Annesi manali manali bakti: -Hayirdir. Bir yaramazlik filan ? Bak bir de seninle ugrasmayayim. Cok yorgunum zaten. Yorgunluk nasil birseydi ? Bazen elinde oyuncagiyla uykuya daldiginda anneannesi oyuncagi yavasca elinden alir : -Nasil yorulmus yavrucak. Uykunun gul kokulu kollari sarsin seni, diyerek alnina bir opucuk konduruverirdi. Yorgunluk gul kokulu bir uykuya dalmaksa eger, neden annesi kendisiyle boyle kizgin kızgin konusuyordu. -Annecigim yoruldugun

Çikolata Parası

Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, bir de sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla : - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. - Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. - Niye, siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim. - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?

Ardıç Kuşu

Ankara' da işim uzamıştı.. İstanbul' a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye' deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarak yazıhaneye ulaşmaya çabalarken çarpıştık o yaşlı adamla. Sendeledi; elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşık, maşalar yola saçıldı. Sanırım o da belediye zabıtasından kaçıyordu. Kısa süren şaşkınlıktan sonra adamın kalkmasına, yola saçılanları toplamaya yardımcı oldum. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip bir yandan da " bırakmıyor şu belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım. Eve katkımız olsun " diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları dizmesine yardım etmeye çabalarken " Dur hele, şimşir ve ardıç olanları diğerlerine karıştırma " diyerek engel oldu. -Hepsi tahta kaşık

Sonu Gelmeyen İş

Adam öte dünya 'ya göçeli dört bin yıl olmuştu. Yapacak işi yoktu ve canı sıkılıyordu. Meleklere gitti, can sıkıntısının üstesinden gelmesi için kendisine öyle bir çırpıda bitmeyecek bir iş önermelerini rica etti. Melekler, eline bir törpü vererek : "Git, Himalaya dağlarını törpüle" dediler. Sekiz bin yıl geçti. Adam meleklere yine geldi : "O iş bitti, ama gene canım sıkılıyor." Bu sefer, kendisine bir kaşık uzatıp, Atlas Okyanusunun sularını boşaltmasını önerdiler. Yirmiiki bin yıl sonra adam tekrar karşılarına çıkınca da, yeni bir iş istediğini anladılar. "Doğruca dünyaya in! İnsanların arasını bulmaya çalış" dediler. "İnsanlar birbirlerini yemekten vazgeçince geri gelir, bize haber verirsin." ....Ve bir daha adamı göremediler.

1000 Misket Teorisi

Genc adam yoğun iş temposundan iyice bunalmıştı. Vakit akşama yaklaşıyordu, ama mesai kavramına çok yabancı oldugu icin evine ne zaman gidecegi belli değildi. Basını iki elinin arasina aldı, gözlerini sıkıca kapadı. Çok para kazanıyordu. Yoneticiydi, bircok insanın imrenerek baktıgı bir konumdaydı. Ama yaşadıgı hayatı hayat olarak görmüyordu. "Bu ne bicim hayat böyle!" diye söylendi kendi kendine Hafta sonlarında dahi evine gidemiyordu. Toplantılar, iş seyahatleri,yazısmalar ve koşuşturmacayla gecen bir hayat. Ailesine,çocuklarına vakit ayıramıyordu. Pek cok yakın dostunun adını dahi unutmuştu.Bu karamsarlık icinde kıvranırken, bir den çekmecesindeki kücük radyosu aklına geldi. Radyoyu açtı. Yayınlanan muzik parcasi ile biraz rahatladıgını hissetti. Müzigin ardından yaslı bir adamın konusmasıyla gayri ihtiyari radyoyu kapatmak istedi. Ama birden durdu. Ilginç bir teoriden bahsedecegini soylüyordu yaslı adam. "BİN MİSKET TEORİSİ"ni anlatacaktı. Merakla dinlemeye bas

Sucu

Hindistan'da bir sucu, boynuna astigi uzun bir sopanin uclarina taktigi iki buyuk kovayla su tasirmis. Kovalardan biri catlakmis. Saglam olan kova her seferinde irmaktan patronun evine ulasan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, catlak kova icine konan suyun sadece yarisini eve ulastirabilirmis.Bu durum iki yil boyunca her gun boyle devam etmis. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su goturebilirmis. Saglam kova basarisindan gurur duyarken, zavalli catlak kova gorevinin sadece yarisini yerine getiriyor olmaktan dolayi utanc duyuyormus. Iki yilin sonunda bir gun catlak kova irmagin kiyisinda sucuya seslenmis. "Kendimden utaniyorum ve senden ozur dilemek istiyorum." "Neden?..." diye sormus sucu. "Niye utanc duyuyorsun?..." Kova cevap vermis: "Cunku iki yildir catlagimdan su sizdigi icin tasima gorevimin sadece yarisini yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayi sen bu kadar calismana ragmen, emeklerinin tam karsiligini alamiyorsun.

Rüzgar estiğinde uyuyabilir misin?

Çok yakışıklı genç bir adam Amerika'nın batısındaki bir çiftliğe iş başvurusunda bulunmuştu. Çiftliğin sahibi ona özelliklerini sorduğunda genç adam kendine güvenen bir edayla şöyle cevap vermişti: " Rüzgar estiğinde dahi uyuyabilirim" Bu söz yaşlı çiftlik sahibinin kafasını çok karıştırmıştı, fakat bu zeki genç adamdan da çok hoşlanmıştı bu yüzden onu işe aldı. Birkaç gün sonra yaşlı çiftlik sahibi ile karısı gece yarısı çok sert ve şiddetli bir rüzgarla uykularından fırladılar. Bir sorun çıkma ihtimaline karşı her yeri kontrol etmeye başladılar. Pencere ve kapıdaki kepenklerin sıkıca kapatılıp kancalarının yerlerine takıldığını gördüler. Kalın ağaç kütükleri ise sıra sıra şöminenin yanına dizilmişti. Tarım araçları güvenli bir şekilde hangara yerleştirilmişti. Traktör garajdaydı. Ahırın kapısı düzgün bir şekilde kapatılmış ve kilitlenmişti. Hatta içerideki tüm hayvanlar oldukça sakindiler . Genç adam hemen ilerdeki kulübesinde huzurlu bir şekilde uyuyordu. İşte o anda y

Son Yorumlar